Bölüm 14

10.3K 524 79
                                    

Yazarken bin kere silip bin kere tekrar yazdığım bir bölüme daha merhaba! Ygs mağduru olarak; ders çalışmayı ve ödevleri bir kenara bırakıp size bölüm yazmak için bilgisayarın başına geçtim. Biraz hastayım ve o yüzden kısa bir bölüm oldu farkındayım. Ama bir dahaki bölüme telafi edeceğim. Umarım güzel yorumlarınız ile beni mutlu edersiniz! Keyifli okumalar.



Her insan sevmek, sevdiği kadar da sevilmek ister.

Her insan bir vücuda ait olmak; ve ait olduğu o vücudun sadece kendi vücudunda nefes bulduğunu görmek ister.

Bunlardan öte, sevgiyi avuç içlerinde öldüren, kenara fırlatanlar da olur. Yolun bir diğer ucunda ise, elinde bir fener; ruhunun içini karartan o karanlığına rağmen güveni soluksuzca kovalayanlar da vardır.

Ben ise kendimi bildim bileli ne sevgiyi ne de bir tutam güveni aramıştım. Benim aradığım tek şey vardı: Şefkat.

Ruhumun içindeki çocuklar birer birer intihar ediyordu ve hiç kimse o çocuklara acımıyordu. Hayatıma giren hiç kimse o çocukların ellerinden tutmamıştı. Tam tersine o çocukların ellerine bir ip vermiş ve bir ağaç göstermişti. İşte ben bu yüzden her seferinde, kendimi o ağacın altında savaşmak ve pes etmek arasında gidip gelirken bulmuştum.

Yine aynı şeyin tekrarlanması bekliyordum; ta ki Barlas beni kolları ile sarmalayana kadar.

Barlas'ın sıcak kolları beni daha da sarmalarken ben; kendimi savaşın ortasında kalmış bir kız çocuğu gibi hissediyordum.

Bu durum ne kadar doğruydu bilmiyordum ama onun kolları arasında; o sıcaklığın, o kokunun arasında ruhumun açlığını bir nebze doyurabiliyordum sanki.

Bu duygu, vücudumun her milime yavaş yavaş sızarken bir damla gözyaşı daha yanağımdan usulca süzüldü.

Ardından bir damla gözyaşı daha geliyordu ki sanki gözyaşım bir an Barlas'ın beni bırakacağı hissine kapılmış ve bu durumdan hiç hoşnut olmamış gibi yanağımdan ayrılıp zemine kavuşmak istememişti.

Kafam, Barlas'ın göğsündeydi ve kalp atışlarını rahatlıkla hissedebiliyordum. Gözlerim ise zeminden başkasını görmek istemiyordu. Çenesinin varlığını her ne kadar kafamın üzerinde hissetsem de bu bana rahatsızlık vermiyordu.

Bir an gözlerimi zeminden ayırmak ve gözlerinin içine odaklamak istedim. Ama sonra bu fikre sadık kalamadım ve hiç kıpırdamamayı tercih ettim.

Korkuyordum. Korkuyordum çünkü; gözlerinin içerisinde bana acıdığına dair ufakta olsa bir ifade ile karşı karşıya gelmek istemiyordum.

O şefkat dolu kollarının aksine başka bir duyguyu tadacak bir durumda değildim. Kolları bana sarılır bir vaziyetteyken bu durumun daha ne kadar böyle süreceğini de bilmiyordum. İstediğim tek şey vardı; o da bu kollara şuan da ihtiyacım olduğuydu. Kim olursa olsun şuan da bu ellerin sırtımda olmasını istiyordum. Elleri, bana destek vermek istercesine sırtımda ufak hareketlerle bir aşağı bir yukarı doğru hareket ediyor ve bu hareket de ben de tatlı bir sersemlik yaratıyordu. Gözlerimin üzerinde bir tabut ağırlığı oluşmuş, o tabutun içinde nedense benliğimden bir parça daha gidiyormuş gibi hissediyordum. Ben bu acı verici durum ile yüzleşmeye çalışırken Barlas, ''Çisil, sana bir masal anlatmamı ister misin?'' diye sordu.

Ses tonu, tüm duyguların önüne duvarlar örmüş gibi hiçbir şey sızdırmıyordu. Ne hissettiğini, ne düşündüğünü anlamak çok zordu. Hele ki içinde bulunduğum durum; onun duygularından daha çok benim duygularımı rehin almış durumdayken bu durum benim için daha da ulaşılmaz oluyordu. Bu yüzden cevap vermek yerine sustum. O ise bu sessizliğimi, olumlu bir cevapmış gibi alarak konuşmaya başladı.

Burun BurunaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin