Bölüm 38

3.1K 144 23
                                    

Bu bölümde yorumlarınızı mutlaka bekliyorum çünkü artık sanırım hikayenin son yirmi küsürlük bölümüne giriyoruz.  Bu satırları yazarken benim için çok zor oldu. Kafamdaki her şeyi bir bir satırlara döküp sizin de merak ettiğiniz her şeyi cevaplamaya çalışıyorum fakat en başından beri sabretmeniz gerektiğini söylemiştim ve hala tam olarak bitmiş değil. Çok az kaldı sabretmeye devam edin. Bu bölümden sonra neler düşüneceksiniz, neler hissedeceksiniz, sizin için anlamsız olan ne varsa ne kadar anlamsızlaşacak ya da anlam kazanacak bilmiyorum ama umarım her şey güzel olur. Lütfen beğeni ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Keyifli okumalar.

Hiç öldüğünüzü düşündünüz mü?

Peki ya siz öldüğünüz de olacakları?

Düşünmüştüm.

O da düşünmüş olmalıydı.

Fakat hiçbir zaman dolu dolu olmamıştı düşüncelerim. Ölseydim eğer üzülen biri olur muydu? Olması gereken bu değil ne neydi? Birilerinin benim kayıbıma üzülmesi gerekmez miydi? Ağlamaları ya da mezar taşımın başında sabahı etmeleri?

Yapmamışlardı, yapmıyorlardı ve yapmayacaklardı.

Yıllardır binlerce kez ölüp duruyordum. Ne bir üzülenim ne de benim için endişelenecek insanlar olmuştu hayatımda. Sevilmenin ne olduğunu bilmeden büyümüştüm senelerdir. Ama ilk defa, yıllar sonra ilk defa körelttiğim, kapılar arkasına sakladığım o duygularımı birici kucaklamaya çalışıyordu.

Barlas'ın nefesinden üzerime süzülen o şefkat yine baş gösteriyordu. Fakat ona olan kırgınlığım ona olan kızgınlığım azalmış değildi ve azalacakmış gibi de görünmüyordu. Neydim ben? Onun için neydim?

Düşünüyordum. Her zamanki olduğu gibi ama bir cevap yine yoktu yine yoktu!

''Ölüyorsun demek?'' diye alayla gülümsedim. ''Ölmek güzeldir Barlas Gürmen,'' dedim. Duygularımı zorla bastırmaya çalışıyordum. Fire vermemek için öyle bir mücadele girmiştim ki aslında kollarımla onu sarmalamak ve güzel yüzünün her bir köşesine öpücükler kondurmak istiyordum. Kokusuna ihtiyacım vardı.

Yüzünde oluşan o ifade ile iyice umursamaz görünmeye çalıştım.

''Ölmeme izin mi vereceksin?'' diye sordu. Gerçekten ölecekmiş gibi ve benim iznime bağlıymış gibi konuşması komikti. Öl desem ölecek miydi sanki? Ya da ona öl diyebilecek kadar boş olduğumu düşünüyordu?

''Sen benimle dalga mı geçiyorsun?'' diye iki adımda dibine girdim. Boyunun benden uzun olması ona aşağıdan bakmama neden oluyordu.

''Bana, ölmeme izin mi vereceksin diye sorarken benim kaç defa ölüp ölüp dirildiğimi ve kaç kere acı çektiğimi hiç hesaba kattın mı? Bu kadar duygusuz bir insan mısın?''

Yüzündeki hiç değişmeyen o ifade canımı sıkıyordu. Buz tabakasını andıran o yüzünün, hiç taviz vermeyecek oluşunu bilmem içimdeki siniri daha da ortaya savuruyordu.

''Sen aptal mısın?!'' diye sinirle yükseldim. Bana boş gözlerle bakmaya devam ederken, bal rengi gözleri öyle güzel parlıyordu ki canım daha da acımaya başlamıştı. Sakalları birbirine karışmış, üzerindeki siyah ceket üstüne o kadar güzel oturmuştu ki bir an tenine temas ediyor diye kıskanmıştım. Öylesine sevdiğim adamın gözünde bir hiç olmak beni mahvediyordu fakat bunu kendime daha fazla yapamazdım.

Ama hala susmaya devam ediyordu. Gözlerimden ateş çıktığını, yanaklarımın kıpkırmızı olduğunu ve ellerimin titrediğini görebiliyordu. O algıları çok açık bir insandı ve benim nasıl bir ateşin üzerinde kavrulduğumu bile bile hala susuyordu!

Burun BurunaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin