Bölüm 26

6.2K 295 39
                                    

Merhaba canlar! Gördüğünüz üzere bölüm geldi ve artık bölümler daha sık gelecek. Haftada iki üç bölüm bile yayınlayabilirim bilmiyorum; bu da sizin güzel yorumlarınıza ve beğenilerinize bağlı artık. Ne kadar istek olursa o kadar isteklerinizi yerine getirmeye çalışacağım. Ayrıca diğer hikayem olan Rutubet'i en kısa zamanda düzenlemeye alıp sizlere de sunacağım. Okumak isteyen kütüphanesine ekleyip okuyabilir. Ayrıca bir not belirtip buradan ayrılacağım. Olay akışlarını yavaş yavaş veriyorum çünkü ileride karşınıza sizi çok şaşırtacak şeyler çıkaracağım bu yüzden azıcık sabırlı olmanız gerekiyor. O zaman hepinize keyifli okumalar.

Bölüm ithaflarını da bir daha ki bölümlerde devam ettirebilirim. Hepinizi kocaman öpüyorum benim küçük balıklarım!

Küçükken dağ evine giderdik. Küçük bir patikadan saptıktan sonra, ağaçların arasında kalan küçük bir evdi. Her sene, aynı duygularla dolup taşar mutluluktan havalara uçardım. Babamın işten geldiğini penceremden görür görmez aşağı koşar, sabırsızlıkla bana 'hadi hazırlan bakalım, gidiyoruz.' demesini beklerdim. O cümle o kadar çok mutlu ederdi ki beni dünyada tarifi olmayan bir duygu yeşerirdi bedenimde. Küçücük yüreğim ele avuca sığmaz, yüzüme ateşler basardı.

Ailecek dağ evine gitmek, bahçede, o muazzam ağaçların arasında babamla kar topu oynamak ve ben üşüdüğümde annemin sıcak süt yapması; hayatımın unutulmaz birkaç anısından ibaretti.

Dağ evinin penceresinden dışarıyı izliyordum. İçimde buruk bir acı oluşmuştu. Barlas, rahatça dinlenebileceğimi söylediği bu odada beni yalnız bırakıp gittiği an aslında beni geçmişe olan özlemimle de yalnız bırakıp gitmişti. Hafif yağmur çişeliyor, kasvetli hava içimi daha da boğuyordu. Artık neredeyse kış ayına girmiştik ve havalar oldukça soğumuştu. Kendime dikkat eden bir kız değildim. Hasta olduğumda başımda bekleyen birisi de olmamıştı, bana sıcak bir şeyler yapan da. Çok erken görmüştüm gerçek hayatı ve kayıplarım her geçen güç beni daha fazla tüketiyordu. Bu yüzden kendimi önemseyecek zamanım da olmamıştı. Bazı şeyleri kabullendiğimden olsa gerek ölmek bile korkutmuyordu beni. Her defasında geçer diyerek atlatıyordum bir şekilde.

Kafamı, pencerenin kenarına oturup kendime doğru çektiğim dizlerimin arasına koyacaktım ki kapı yavaşça aralandı. Oda her ne kadar karanlık olsa da perdesi aralanmış pencereden içerisi oldukça aydınlanıyordu. Ayın o göz kamaştırıcı parlaklığı, Barlas'ın güzelliği ile kapışıyor aynı zamanda odayı da aydınlatıyordu.

''Çisil, bir şeyler yemek ister misin?''

Barlas'ın sorusu karşısında kafamı her ne kadar kaldırmak istesem de fazlasıyla yorgun olduğum için çaba da sarf etmedim. En ufak fiziksel hareketleri bile yapmaya gücüm yokmuş gibi hissediyordum bazen.

Sessizliğim karşısında, ''Sen iyi misin?'' diyen Barlas çoktan karşıma geçip oturmuştu. Dizlerini benim gibi kendine çekmiş, bu iri pencere çıkıntısından dışarı izlemeye başlamıştı.

Onun yanımda olması bile mutlu olmama yetiyordu. Kafamı yavaşça kaldırdım ve büyük bir istekle gözlerine bakmak istedim. Karşımda hayal gibi güzel bir adam duruyordu. Parlayan bal rengi gözleri, kemikli yüzü, kirli sakalları o kadar güzeldi ki sanki birisi duygularıma yavaş yavaş üflüyordu. Öyle karıncalanıyordu ki bedenim ben bile bu adamın bendeki etkisine inanamıyordum.

O benim ona baktığımdan habersiz dışarıyı izlerken tüm yüz hatlarını en ince ayrıntısına kadar inceledim. Ama bu fasıl da uzun sürmedi. Aniden kafasını bana çevirdi ve göz göze geldik. Gözlerini gözlerimin üzerine dikmiş öylece bakıyordu o da. Aramızda geçen bu sessiz bakışma aslında o kadar çok şey ifade ediyordu ki benim için, onun ne düşündüğünü de merak ediyordum. Kafasında 'Çisil' denildiği zaman yeşeren veya solan tüm duyguları öğrenmek istiyordum.

Burun BurunaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin