Bölüm 22

7.9K 330 47
                                    

Bölüm geldi. Umarım güzel bir bölüm olmuştur diyeyim ve hemen okumanız içi sizleri yalnız bırakayım. Oy ve görüşlerinizi merakla bekliyor olacağım. Ayrıca önceki bölüme gelen güzel mi güzel, papatya kokan yorumlarınızı okudum. Onlar içinde teşekkür ederim.

Bölüm Şarkısı: Sezen Aksı -  Küçüğüm.

Bu şarkıyı Çisil'den sizlere ithaf ediyorum. Benim küçük okurlarım; hepinize keyifli okumalar.

Küçük bir not: Yazım yanlışları varsa ki olabilir insanlık halime verin lütfen; onlar içinde kusura bakmayın diyorum. Anlayış göstereceğinize emin olduğumdan  kocaman öpüyorum!


Benim küçük kızım...

Dudaklarından beni istila edecek o cümle çıktığından beri ne yaptığımı ben de bilmiyordum. Bildiğim tek şey şuan da o cümleyi hafızamda tekrar tekrar canlandırmanın hoşuma gittiğiydi.

''Kızım, şu kağıtları alacak mısın artık?'' diyen adamın sesine bile Barlas'a ait dolan düşüncelerimin arasından zar zor sıyrılıp tepki verebilmiştim.

Barlas'ın o darbe niteliği taşıyan o cümlesi içimdeki onlarca insanı göz kırpmayarak katletmişti. Bir cümleye neden bu kadar takılmıştım ki? Düşündüm. Gerçekten düşündüm ve bu saçmalığa bir isim aradım. Ama o arayış içinde kaybolan yine ben oldum...

Sonuç olarak o Barlas'tı dedim kendime hiçbir mantıklı cevap bulamayınca.  Yeri gelince şefkat gösteren yeri gelince de ayakları altına alan adam...

Adam, kocaman bir of çektiğinde istemsiz olarak hafifçe yerimden sıçradım. Adam, ona döndüğüm sırada yüzündeki bıkkınlık ile bana bakıyordu. O surat ifadesine karşın, ''Kusura bakmayın,'' demekle yetinip elime aldığım kağıtlarla fotokopi odasından çıktım. Barlas'ın yanına doğru yürümeye başlamışken aklıma yanında nasıl davranamam gerektiğini geldi. En azından saçmalamam gerektiğini bilmem kaç kez tehditvari bir şekilde söyledim kendime.

Ama sanırım başarılı olamayacaktım. Her ne kadar bir şey olmamış gibi görünmeye çalışsam da ne zaman bir işi tam anlamıyla eksiksiz yapmıştım ki bunu yapacaktım?

Bir de her şey bir yana düşüncelerimin hemen arkasında duygularım duruyordu. Bana, benim bile alışık olmadığım şeyleri öğretmek ister gibi sinyal gönderip duruyorlardı. Bedenim bu çatışmaya ne kadar ayak uydurabilirdi ki?

Kendimi Barlas'ın yanında olmak istiyormuş gibi hissediyordum. Ya da daha genel bir ifade ile aramızdaki bu karışık durumu adlandırmak istiyordum. Belki ortada bir şey yoktu ve olacağı da yoktu; peki ben neden istemediğim hatta ve hatta onca mücadele vermeme rağmen onunla ilgili her şeye takılmadan edemiyordum? Koridordan saptıktan sonra kapının önüne geldim. Bir süre öylece elimde dosya ile dursam da cesaret toplamak ister gibi derin bir nefes aldım ve kapıyı iki kere tıklattıktan sonra içeri girdim.

Onunla göz göze gelmek istemiyordum. Yaptığı tek şey kafamı karıştırmaktı. Belki kasıtlı olarak yaptığı bir şey değildi ama onun her bir davranışının, her bir cümlesinin benim üzerimdeki o sarsılmaz yerini göremiyor muydu? Bin tane derdimin üzerine bir de Barlas'ı ekleyemezdim.

Benim, bir adamın davranışlarını çözmeye vaktim yoktu. Hatta vaktim olsa bile eminim ki gücüm buna el vermezdi. Ben artık tükeniyordum... Yavaşça eriyip yok oluyordum ve en acısı da bunu görebilen biri yoktu.

İçeri hızlıca girip elimdeki dosyayı masaya yavaşça bırakıp geri döndüm. Arkamı dönmemle birlikte göz göze gelmemek için direndiğim o adamla burun buruna geldim. Şaşkın ifademi kontrol altına alamamış, büyüyen göz bebeklerimle onun gözbebeklerine odaklanmıştım.

Burun BurunaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin