Bölüm 30

4.8K 198 20
                                    

Yeni bölüm geldi! Hadi, sizleri okumaya ve güzel yorumlarınızı almaya davet ediyorum. Keyifli okumalar.

Zaman kavramı Barlas'ın gözbebeklerine onu tanıdığım günden beri her zaman sarılır bir vaziyetteydi. Onu ilk gördüğüm yer, bana ilk yaklaşması, bana sarıldığı o güzel an; hepsinde Barlas'ın gözbebeklerinin içerisinde, oralarda bir yerlerde benim ve onun için saklanmış bir zaman kavramı olduğunu biliyordum. Çünkü o bal rengi gözlerine ne zaman baksam, ne zaman o gözlerin içerisinde eriyip onun vücuduna karışmak istesem zaman sanki ölümsüzleşiyor, duruyordu. Bu yüzden bu adam bana zaman gibi bakıyordu. Akıp gitmesini bilmeyen bir zaman, benim için onun gözlerinde saklıydı. Ve hiç tereddütsüz ben kendimi bir yere gömecek olsam o gözbebeklerinin en dibine gömerdim.

Çünkü onu yalnızca orada ölümsüzleştirebilirdim. Bunu orada yapabilirdim ta ki beni omuzlarımdan sıkıca kavramış, yüzündeki merak ve soru bekleyen bakışlarıyla rahatsız edene kadar.

Bana sorduğu soruyu tekrarladım kafamda. Bana kendisini açmaktan veyahut onun gibi bir şeyden bahsettiğini algılayabilmiştim; daha fazlası yoktu. Çünkü Barlas'ın cehennem kadar yakıcı ama bir yandan da cennetin en güzel ağaçlarıyla dolu o nehri kadar da ılıktı sanki. Gözlerindeki arafı, o ortasında kurduğu yeni dünyayı görebiliyordum. Oradaki dünya benim hayalini kurduğum her şeyden daha güzeldi. Orası benim hayallerimin de hayali olabilecek yerdi.

Bu yüzden o bakışları altında ne kendimi ne de bana doğrulttuğu soruyu sorgulayabiliyordum.

Ama ne olursa olsun bu sıcaklığın, bu adamın karşısında durmuyordum. Ben bu adamın dünyasının içerisinde olmak, onun olmak istiyordum. Ona galiba güveniyordum. Galiba değil, ona güvenmeyi istiyordum.

''Evet,'' dedim bakışlarımı daha da gözbebeklerinin içine yoğunlaştırarak. ''Yaşadığım bu şey her neyse, geçecekse, evet.''

Dudaklarını birbirine bastırdı ve beni kendisine çekip sıkıca sarıldı.

Başımın, sıcacık göğüsünde oluşu... atan kalbi; bana ölümü bile yalanlayabilir mükemmellikteydi.

''Teşekkür ederim, küçük kızım. Teşekkür ederim...''

Kulağıma fısıldadığı her bir cümle, kelimelere savruldu. O kelimeler ise birer birer terk etti birbirini ve he kelime öyle ağır bir harf olarak düştü ki zihnime. O fısıltısını, o telafuzu asla ama asla silinmeyecek üzere kazındı bana.

Barlas ile bu anı yaşamak benim için sürekliliği olsun istediğim tek şeydi. Hatta bana ait bu hayatımda tek şey olabilirdi. Yemek yemek, uyumak falan da değil; ona sarılmaktı.

Lakin kapı bir kez daha öyle sağır edici bir tonda vuruldu ki Barlas'ın bana yaklaşımı sırasında az da olsa yumuşadığını gördüğüm ifadesi tekrar eski haline döndü ve kapıya dikkat kesildi. Kafasını kapıya çevirip bir anlığına bana baktı.

''Yukarı çık ve asla ben senin yanına gelmediğim müddetçe çıkma. Anladın mı?''

Gözleri cevap bekler şekilde üzerimde dururken; kapıyı delice yumruklayan kişinin kim olduğunu merak ediyordum.

''Beni duyuyor musun? Yukarı çık ve dediğimi yap Çisil.''

Kafamı onaylar şekilde salladım ve gözüm kapıda takılı bir şekilde yavaş adımlarla merdivenleri çıktım.

Barlas'ın kapıya yaklaştığını adımlarından anlayabiliyordum. Merdivenin bitişinde merakla bir şeyler duymayı bekliyordum. İçimde tarif edemediğim bir korku da yok değildi. Barlas'a zarar gelecek düşüncesi beni benden alıyordu.

Burun BurunaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin