Bölüm 37

3.1K 125 14
                                    

Bölüm şarkısı: Sia - Helium (Kesinlikle dinlemenizi öneririm, küçük balıklarım. :*) )

Ben bir Lotus çiçeğiydim.

Şayet kendimi evrende bir şeye benzetecek olsaydım; bataklıkta yaşayan o çiçek olurdum ben.

Duygularıma atılmış çamurlar, zihnime bulaşmış lekeler ile sadece bir lotus olabilirdim.

Benden ne bir papatya olurdu ne de bir orkide; ben Lotus çiçeğiydim.

Saatlerdir aynı seyirde giden arabanın camına yaslamış olduğum başım; titreyen cam ile birlikte titriyordu. Her titremede başımı vurduğum cam artık canımı acıtmıyordu. Ya da acıtıyordu, ben fark etmiyordum; fark edemeyecek kadar körelmiştim.

Gülümsedim.

Niye gülümsediğime dair bir fikrim yoktu. Yol boyunca nedensizce aklımda birden bire beliren ve sadece onu düşünmeme sebep olan bir bataklık çiçeğini düşünüyordum. Ne de çok benziyordum ona.

Bendim o.

Bataklıktaki çiçek misali; batıyordum. Koparsalar avuçlarda soluyordum. Kısacası ölüyordum.

Kim ne yapsın, dedim kendime. Kim bir bataklık çiçeğini sevsin ki? Bir prens niye bataklıktaki, çamura bulanmış bir çiçeğin kokusunu içine çeksin.

Gülümsemem, burukça silinirken, kalbimin üzerine darbelerini de bırakmaktan geri kalmıyordu. Kalbimin tam üzerine atılan koca bir çiziğin yanan o acısı sanki gözlerime de vuruyordu.

Benliğim, bataklığa serpilmiş gibiydi. Varlığım yokluğu andırıyordu.

Kollarımı birbirine doğru sararken, kafamı cama iyice yasladım ve her şeyden uzaklaşmaya çalıştım. Onu özlüyordum. Nefes alıp verdikçe, nefes alabildiğim her gün onu daha çok özlüyordum. Bu sevgi içimde kalamayacak kadar acı veriyordu.

Omuzlarımda hissettiğim ağırlık ile gözlerimi yavaşça yumdum. Melodi'nin üzerime bıraktığı şal ile nefes alışverişlerini duyabiliyordum. Arabadaki, soğuk zemini andıran soğukluk içimi daha da kaplıyordu.

''O kim?''

Gözlerimi birkaç saniyeliğine açacak oldum ki omuzlarımdaki ağırlık tekrar baş gösterdi. Melodi, üzerimdeki şalı iyice örtmeye çalışırken hareketsizce duruyordum. Yüzümü göremediği için, evrene teşekkür ettim. Şu sıralar görünmek istemiyordum. İnsanların yüzüme bakması bile artık beni rahatsız ediyordu. O hariç...

''Arkadaşım,'' derken ellerinin üzerimdeki varlığı, vücudumu sıcacık yapıyordu. ''Onunla tanışalı pek olmadı ama garip bir şekilde insanları kendine çeken bir yanı var. Fakat anlatmadığı bir şeyler var. O şey her ne ise onu çok yaralıyor.''

İnsanların, yakınımdaki herkesin böyle düşündüğünü zaten biliyordum. Akıllarından bana dair böyle cümleler kurduklarını, içlerinden bana dair böyle kanılarda bulunduklarını biliyordum fakat bunu kulaklarımla duymak beklediğimden daha garip hissettirmişti.

''Ne gibi?'' dedi arabayı sürmeye devam eden kişi. İsmini bilmediğim birisinin benim hakkımda konuşması oldukça garip bir durumdu ve ortamı daha da garipleştiriyordu.

''İnsanlardan kaçmaya çalışır gibi bir hali var. Ve o bunu yaptıkça tam tersi insanları sadece kendine çekmekle kalıyor. Dediğim gibi onda insanları kendine çeken bir şey var. Bu güzel bir şey fakat onu yaralıyor.''

Ön koltuktaki adamın nefes alışverişleri kulağımda yankılanıyordu. Bir şey söyleyecekmişte sonradan vazgeçip susmuş gibi bir hali vardı. Melodi ise tam tersine; yüzüme söyleyemediği ne varsa şimdi söylüyordu. Uyku halinde olduğumu düşünmesi ona, bunları söyleyebilmesi için güç veriyordu sanki. Beni üzeceğini düşündüğü için miydi bu yoksa bir insana bu tür şeyleri söyleyebileceği cesareti mi yoktu diye düşündüm birkaç saniye. Hayır, o çok güçlü bir kızdı. Bunu, onu ilk gördüğüm gün anlamıştım. Kızıl saçlarındaki, yüzündeki silik çillerini ilk gördüğüm gün bunu anlamıştım. O, beni üzeceğini düşünüyordu. Bunu anlayabiliyordum.

Burun BurunaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin