55. Bölüm, Hastane

985 102 38
                                    

"Cenk Yeşildere" iyice ritme giren maçın heyecanıyla spiker yine ismi uzatarak söylemişti. Evde izlediğim maçın son yedi dakikasında ki çekişme nirvanaya ulaşmıştı. Mavi-yeşil takım son pozisyonda ekstra pas yaparak 24 saniye süresinin sonun saniyelerinde harika bir üçlük atmayı başarmıştı. Soluksuz bir şekilde gözlerim televizyon ekranına kilitlemişken bir yandan ağır çekimde cipsi ağzıma götürdüm. Mavi-yeşil takım bitime son üç dakika kala bulduğu bu üçlük ile çift haneli farkı tek hanelere indirmeyi başarmıştı.

Basketbola sekiz sayı farkı üç dakika içinde eritmek için mükemmel olmak gerekmiyordu. Mavi-yeşilliler yakaladığı bu ritmi ile taraftarını arkasına alarak bu maçı kazanabilirdi. Tabi beyaz takımın buna müsaade etmesi gerekirdi. Hemen sayı bulma isteği baskette fark etmeden düştüğünüz en büyük tuzaktır.

Şimdilik sakin görünen beyaz takım yaptığı son hücumda sayıyı bulamadı. Ribaundu alan mavi-yeşiller hızlı bir hücum ile boyalı alandan yaptığı atış sonrasında bulduğu basket ile aradaki farkı iki sayı daha eritmeyi başardı. Farkın altı sayıya inmesi mavi-yeşil takımı iyice havaya sokmuş gibi duruyordu.

Yuvarlak mısır cipslerden birini ağzıma atıp ağzımda erimesini sağlarken beyaz takım bir üçlüğü kaçırdı. Onunun rengi değişiyordu. Bir cipsler arasından yuvarlak olanlarından bir tane daha alıp ağzımda erittim. Spiker yine ismini uzatarak "Kaan Mashovski" dediğinde fark artık üç sayıya inmişti. Tekrar görüntüsünde yine harika bir ekstra pas sonrasında el üzerinden gelen bir üçlük ile sayıyı almışlardı. Beyaz takım koçu bitime bir dakika kala mola hakkını kullanmak durumunda kaldı.

Oyuncular benchlerine geçtiler ve koçları yüksek sesle ne yapmaları gerektiğini elindeki beyaz tabelaya çizerek anlatıyordu. Yemek yememe rağmen karnımdaki gurultular halen devam ediyordu. Sanırım maç bittikten sonra dışarı çıkıp biraz turlamalıydım.

Mola bitiminde oyuncular tekrar sahaya döndüler. Kalan süreye bakacak olursam son üç atak şansı var gibi duruyordu. Şuan atağı yapan beyaz takım moladan sonra biraz daha kendine gelmiş gibi oynuyordu. 24 saniye süresi geriye doğru saymaya devam ederken üçlük çizgisinin solunda ki oyuncu perdeden yararlanarak boyalı alan doğru giren oyun kurucu feykine cevap aldıktan sonra amerikan futbolu pası diye adlandıran başının üzerinden geriye potaya doğru gelen pivot arkadaşına harika bir pas attı. Bu pas ile tamamen boşta çember ile baş başa kalan pivot harika bir smaç ile beyaz takımı rahatlatabilecek iki sayıyı böylece kazandırdı.

Maçın bitmesine son otuz saniye kalmıştı. Sonucu merak çok etsemde tüm rahatlığım üzerimde, oturduğum yerden cipsleri gömmeye devam ediyordum. Sayı bulma ihtiyacının telaşı şimdi mavi-yeşillere geçmişti. Basketbol'un hata kaldırmayan zeka yarışı şimdi başlıyordu. Mavi-yeşiller topu yandan oyuna soktuğu anda beyazlılar üç saniye gibi bir süre geçmesini fırsat bilerek yarı alanlarında faul yaparak ataklarını kestiler.

Bu faul mavi-yeşillerden faul yapılan oyucunun iki serbest atış kullanacağını ifade ediyordu. Oyuncular serbest atış çizgisinde yerlerini aldıktan sonra hakem topu bir kere yere sektirdikten sonra faul atışını yapacak dört numaralı oyuncuya verdi. Oyuncu topu aldıktan sonra yerde iki defa sektirdi ve avuç içinde bir tur döndürdükten sonra potaya baktı, ayaklarını hafifçe kırdı ve topun fileden çıkan beni her zaman tahrik etmeyi başaran atışıyla ilk sayıyı aldı. Gelen bir puanlık sayı ile stattan tezahüratlar yükseldi. Arkadaşları el çarpıştırarak tebrik ettiler ve ikinci serbest atış için herkes tekrar yerlerini aldı. Hakem topu yerde sektirdiğinde taraftalar da sessizliğe gömüldüler. Serbest atış çizgisinde bulunan dört numaraya topu attı. Oyuncu topu iki defa yere sektirdi avucunda bir defa döndürdü ve topu attı. Topun gidiş açısından girmeyeceğini baskete gönül vermiş herkes anlayabilirdi. Çemberin arka tarafına çarpan top yükseklik kazandığında ribaund için kıyasıya bir bekleyiş başladı. Top inişe geçti ve pivotlar topu almak için sıçradılar. Beyaz takımın pivotu havadaki topu iki eliyle tutarak savunma pozisyonu alma niyetine büründüğü sırada mavi-yeşilli takımın pivotu topa belki takımı için umut olan dokunuşunu yaptı. Oyuncuların topa sahip olma çabalarının sonunda top üçlük çizgisine yakın bir yerde duran mavi-yeşilli oyunca kaldı. Bu oyuncunun pası sonrasında üçlük çizgisi dışına çıkan bir oyuncu topla buluştu ve hiç bekletmeden boş pozisyonda atışını yaptı. Top çemberle temas ettikten sonra çemberin üzerinde birkaç tur yavaşlayarak döndükten sonra sayı oldu.

Bu sırada hakemler oyunu durdurmuş ve kameralar sağ elini bileğinden kavrayarak tutan mavi-yeşilli takımın pivot oyuncusuna odaklandı. Elinin halini gördüğüm zaman içim acıdı. Orta parmağı ve yüzük parmağı anlatamayacağım bir şekle girmişti. Oyuncunun kana bulanan elinde, kırılmış orta parmağındaki kemiği dahi anlık olarak görmüştüm. Diğer parmağı da büyük ihtimalle yerinden çıkmış olmalıydı.

Bütün oyuncular hatta taraftarlar maçı unutmuş donuk bakışlarla doktorların müdahale ettiği oyuncuya odaklandılar. Doktorlar müdahale ediyorken pivot oturduğu yerden bağırıp ayağını yere vuruyordu. İlk başta olayın parmağının kırıldığını hissetmemiş olmalıydı yalnız şuanda katlamadığı bir ağrı yaşadığı her halinden belli oluyordu. İlk müdahale sonrasında oyuncu hastaneye götürülmek üzere hızla sahadan çıkartıldı.

Hiç yeri değildi! Karnımdaki büyük gurultu yaşadığım tüm duyguları bir anda yok etti. Durumumun değişmemesi sinirimi bozmak üzereydi. Hatta belki de daha da kötüye gidiyordu. Yediğim her şeyi geri çıkarmak istiyordum. Oyunun devamına izlemek istesem de artmaya başlayan karnımdaki kramplar ve kusma isteğim yüzünden koşarak lavaboya gittim.

Lavaboda işimi gördükten sonra elimi yüzümü yıkayıp çıktım. Ev sıcak olduğunu bilmeme rağmen içimde garip bir üşüme vardı. Odama çıkıp uzun kollu gri sweatshirtümü giydim. Tekrar aşağıya televizyonun başına indiğimde reklamların başladığını gördüm. Büyük ihtimalle maç bitmişti yalnız şuan sonucu merak edecek durumda değildim. Üzerimde halsizlik vardı ve temiz havaya ihtiyacım olduğunu düşünüyordum. 

Televizyonu kapatmadan kapıya doğru yöneldim. Evin yakınındaki küçük parkta biraz oturabilirdim. Ayakkabılarımı giyip dolaptan cüzdanımı aldım ve kapının kilidini açarak kendimi dışarı attım. Dışarıya çıktığımda temiz havayı içime burnumdan aldığım derin bir nefesle içime çektim. Böyle yaptığımda içim ürperdi ve bir yandan da terliyor gibiydim. Parka doğru ağır adımlarla yürüdüm. 

İki tane salıncağı, etrafını aydınlatan tahta direklerin üzerine tutturulmuş siyah metalden yapılma dekoratif lambaları, oturmak için üç tane bankı bulunan ve etrafındaki çimenlerin şekillendirilerek kesildiği parka geldiğimde. Dilarayı salıncakta sallanırken gördüm. Bana bakarak gülümsedi. Bende aynı şekilde karşılık veriyordum. Yanına doğru gidiyorken adımlarım ağırlaşıyor gibiydi ve çok fazla terliyordum. Elimi yüzüme götürdüm çok fazla terlemiştim. Gözlerimi açmaya çalıştığımda etrafımın bulanık görmeye başladım. Parkta kimse yok gibiydi. Bulanıkta görsem Dilara nereye gitti diye bakındım. Lambalardan gelen ışıklar, yeşil çimenler, salıncak, oturak parkta şuan ne varsa etrafımda dönüyor gibiydi. En son gözlerimin tamamen karardığını hatırlıyorum.

Gözlerimi yavaşta açtığımda ağzımda bir maske vardı. Etrafımı aşırı derece bulanık görüyordum. Yattığım yerde güzlerini göremesemde hareket eden beyaz giyimli iki kişi olduğunu seçebiliyordum. Aralarındaki konuşmaları sadece uğultu olarak duyuyordum. Ne dedikleri hakkında hiç bir fikrim yoktu. "Nerede olabilirdim? En son ne yapıyordum?" aklımdan bunları geçirirken sağ kolumda ufak bir acı hissettim. Konuşanların sesleri halen bulanık gelsede çalmaya başlayan siren sesini duyunca zihnimdeki bulanıklık bir anda geçti. 

Ambulans! Evet şuan bir ambulanstaydım ve burada olmak istemiyordum. Kurtulmak için çırpınmaya başladığımda ellerimden ve ayaklarımdan tuttular. "Bırakın beni." sesimin nasıl çıktığını dahi duymuyordum. Hemen buradan çıkartılmam gerekiyordu. Ambulansta olmazdı. Ben böyle bir şeye binemezdim. "Bırakın." Buradan hemen çıkmam gerekiyordu. Ellerini üzerimden çektiler beni anladıklarını düşünerek kalkmaya çalıştığımda kollarımı ve ayaklarımı hareket ettiremediğimi anladım. Beni bu lanet olası şeye bağlamışlardı. 

İçinde bulunduğum şu lanet arabada kendimi aşırı öfkeli hissediyordum. Çırpınmaya devam ediyordum. Buradan hemen aşağıya inmeliydim. Bir süre çırpınmalarım devam ettikten sonra gözlerim ağırlaşmaya başladı. Uyumak istemiyordum. Ben, ben sadece buradan aşağıya inmeliydim. 

Irk Online - Sanal Dünya (Wattys2017)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin