8

13.5K 443 85
                                    

Kırgın ya da kızgın ne farkeder ki? Sana hissettiğim her duygu yaşadığımı hissetmemi sağladıktan sonra.

************************************

Şok geçiren vücudum beynime garip sinyaller veriyordu. Soyun mu demişti o bana? Bunun sadece benim aklımda olan bir hayal olmasını diliyordum. Ama yok hayır. Bu gerçekti. Kanlı canlı bir gerçek. Savaş'ın ağır ödeyeceksin dediğini biliyordum. Ama bu kadar ağır ödeteceğini tahmin etmemiştim. Belkide acımasızlığını fazla küçümsemiştim.

"Ne?" Fısıltıyla ve hayretle çıkan sesim ifadesinde bir değişikliğe neden olmamıştı. Bu daha da korkmam için iyi bir sebepti.

"Soyun Ömür. Hadi ama seni iç çamaşırlarınla ilk kez görmiycem sonuçta." Ben aynı anlamaz bakışla ona bakmaya devam ediyordum.

"Ya kendin soyunmaya başlarsın. Ya da ben yaparım. -iğrenç bir gülümseme ile- ve bunu zevkle yaparım karıcım. "Ellerimi yumruk yapıp göğsüne geçirdim. Bu kadar aşşağılık olamazdı. Bu kadar acımasız olamazdı. Olmamalıydı. Gözlerim yaşlıydı. Ve ard arda yumruklarımı indirmeye devam ederken aynı zamanda zehrimi akıtıyordum.

"Pislik herif. Pislik. Hayvan. Söz vermiştin. Söz vermiştin..."Haykıra haykıra ağlıyor içimdeki kini boşaltıyordum. Zayıf yumruklarım altında hiçbir şey hissetmiyor gibiydi. Put gibi karşımda durup buz gibi bakışlarıyla bana bakıyordu.

Gücümde nefesimde tükenmeye başlarken son ama güçlü bir yumruk indirdim göğsüne. Elimi usulca avuçlayıp küçük bir öpücük bıraktı. Şaşırmıştım. Kolay kolay bu kadar şefkatli yaklaşmazdı çünkü. Ben nefesimi kontrol etmeye çalışıp sakinleşmeye çalışırken o üstündeki t-shirtü seri bir hareketle çıkarmıştı.

Tekrardan nabzım artmaya kalbim gümlemeye başlamıştı. Ne yapmaya çalışıyordu? Kaslı teni tehditkar bakışlarıyla birleşmiş canıma kast ediyordu. Adımlarımı ondan uzaklaştırıp kapıya yapışmıştım. Sertçe kapının kolunu açmaya çalışmıştım. Ama açılmıyordu. Ateş saçan gözlerle Savaş'a döndüğümde elindeki anahtarı pişkin bir sırıtışla sallıyordu. Ve bir anda elindeki anahtarı klozete fırlatmıştı. Ardından sifon sesi duyulmuştu. Bu adam kafayı sıyırmıştı.

"Sen ne yaptın? Nasıl çıkacağız şimdi?" Öfkeyle bağırmıştım. Ama o ne demişti biliyor musunuz?

"Ne güzel bizde hiç çıkmayız işte." Aslında sert bir şey bulup kafasına geçirsem ondan sonsuza kadar kurtulabilirdim. Belki hapislerde çürürdüm ama en azından huzurum olurdu.

Bir iki dakika öylece durduktan sonra adımlarını bana yaklaştırmaya başladı. Sırtım kapıya yapışıktı ve kaçacak bir yerim yoktu.

Beni kolumdan yakalamıştı. Ama diğerlerinden farklı tutuyordu. Canımı yakmadan narince tutuyordu.

Bir eliyle beni tutarken bir eliyle de küveti doldurmaya başlamıştı. Gözlerini bana çevirdiğinde gözümden süzülen yaşları farketmişti. Hafifçe gözümdeki yaşları silerken aynı zamanda alışık olmadığım bir yumuşaklıkla konuşmuştu.

"Ağlama. Dayanamıyorum ağlamana. Kalbimi acıtıyorsun ağlama." akan yaşlarım çoğalırken aynı tonla cevap verdim ona.

"Ağlatma o zaman Savaş. Bahçelerimi yakma. Çiçeklerimi koparma. Ağlatma o zaman Savaş. Nefesimi zehir etme. Yüreğimi kor ateşlerde yakma. Ağlatma o zaman Savaş. Kıyma." Onunda gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Bana bakarken acı vardı gözlerinde. İnsan kendine bu kadar acı çektiren birini neden yanında isterdi ki? Neden hayatının merkezi yapardı? Daha da ötesi nasıl yapardı? Kendine bu kadar kıymak nedendi?

MAHKUMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin