Ben acıyı aşktan öğrenmiştim. O yüzden belkide böylesine nankördüm. Çünkü aşk acısından çok daha büyük acılar vardı. Ama ben bilmiyordum. Annesiz kalmak nedir bilmiyordum. Babamı doğru dürüst tanımadığım için onun da acısını pek hatırlamıyordum. Ya da evladını kaybetmiş bir annenin yangınını tahmin edemezdim. Acılarımı küçümsemiyordum. Ama nankörlük yaptığımı da düşünmüyor değildim. Özür dilerim acıları büyük insanlar.
******************************************************************************************************************************************
Bedenimi şok etkisi sarmıştı. Karşımda aşık olduğum adam yanında sevgilisi kocamın evine kahvaltı yapmaya gelmişti. Komikti. Acıydı. Ve çok sacmaydı. Yeni nesil Türk filmini andırıyordu.
Savaş Güngör ne yapacaktı bakalım? Kovacak mıydı? Hayır ne olursa olsun bunu yapamazdı. Onun örfünde bu yoktu. Gövde gösterisi mi yapacaktı? Bununla Mert'i artık vuramazdı. Sonuçta o beni kalbinden çıkarmıştı. Bunu içimden gecirmek bile kalbimi yakıyordu.
Eskiden bunu düşünürdüm ama göz görmeyince gönül katlanıyor dedikleri bu olsa gerek.
Donuk bakışlarla Mert'e bakarken Savaş'ın sesi avluda yankılanmıştı.
"Vay öğretmen bey hoşgeldin."Şaşırmamıştı. Önceden biliyor muydu yani? Savaş Güngör'dü bu. Şaşırmamam gerekiyordu. Yüzündeki sinsi gülümseme gerçekten iğrençti. Mert'in yanındaki kız Savaş'a sorgulayıcı bakışlar atarken bende onu süzüyordum. Güzeldi. Mavi gözleriyle ince bacaklarıyla fazlasıyla dikkat çekiyordu. Üzerindeki kırmızı mini salaş elbise buralara uygun degildi. Zaten kızda Mert'de buraya ait gibi durmuyordu.
Peki ben? Ben buraya ait gibi duruyor muydum? Hiç ama hiç istemediğim bu şehre ait miydim?
"Hoşbulduk Savaş." aynı gülümseme Mert'in suratındada vardı. Hiç görmemiştim bu ifadeyi suratında. Çok şey degişmişti. Çok şey...
Halime Anne, kendi talimatlarıyla hazırlattığu sofra hazır olunca herkesi sofraya oturtmuştu. Ama ben bunu yapamazdım. Bu kadarı bünyeme fazlaydı. O yüzden o sofraya oturmayacaktım. Oturup saçmalayıp kendimi rezil etmeyecektim.
"Sey anne ben biraz rahatsızım siz-" cümlemi tamamlamaya fırsat vermeyen kocam yine benim yerime karar vermiş ve beni yeni bir işkenceye maruz bırakmıştı.
"İyi görünüyorsun karıcım. Hem misafirlerimize ayıp olur."Her yerinden sahtelik akan bu cümleler beni boğuyordu. Onsuz onun acısıyla başa çıkmak imkansızken simdi onunla onsuzluğa dayanmak zorundaydım.
Uzun ve görkemli sofraya el mahkum otururken gözüm kızdaydı. Habire salak salak gülüyordu. Etrafa saçma bir pozitiflik yayıyordu. Gül ile sohbet etmeye çalışması ise damarımın atmasına sebep oluyordu.
Madem bu sofradan kaçış yoktu o zaman bunu kullanacaktım.
"Siz ne okuyorsunuz?" sorduğum soruyla tüm gözler bana çevrilmişti.
"Ben tasarımcıyım. Eşinizin şirketinde çalışıyorum. Zaten Mert eşinizi oradan tanıyor ." Aptal bir sırıtma ile verdiği cevap ile Savaş'ın neden şaşırmadığını da anlamış olmuştum. Eşimin şirketinde tasarımcı. Ah ne kadar hoş. Acaba patronunun sevgilisine zamanında ne işkenceler yaptığını bilse halâ aynı yerde çalışmaya devam eder miydi? Ya da Mert'in benim için neleri göze aldığinı bilse... Evet şu an konuşan kişi içimdeki şeytandı.
Canan kızın tasarımcı olmasıyla ilgilenmiş olmalı ki
"Hangi okuldan mezunsunuz?"Kız bu soru yağmurunu garipsede gayet rahat bir şekilde cevaplıyordu. Şu an icimden onu dövme isteği geliyordu. Halbuki onun hiç bir suçu yoktu. En büyük suç bendeydi. Mert'i unutmayı bir türlü beceremeyen bende. İçimdeki aşka toprak atamayan aptal bende. Olmayacak duaya amin diyen bende. Kalbine laf geçiremeyen ahmak bende.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHKUM
Teen FictionKırılmış hisler sürüsüyüz biz. Kırıldıkça kırılan kanatlaramızla savaşmaya çalışan hissizler sürüsü. Biz. Kim miyiz biz? Bir adet kadın çığlığıyız, durmadan yılmadan savaşan bir adet ordu silahıyız, ölüme kahkahalarla koşan bir adet deliyiz. Adımız...