Bir zamanlar... Sevmenin bu kadar değersizleşmediği zamanlar!
*****
Erkekler ikiye ayrılır. Adam olanlar ve adamsız kalanlar. Adamlarda ikiye ayrılır. Çiçek açanlar ve çiçekleri kopartılanlar. Ve benim hayatımdaki adamlardan biri çiçek açan diğeri çiçekleri kopartılan sınıfındaydı. Mesala Mert! Doktor bir anne iş adamı bir babayla büyümüş. Sevgiyi de şefkati de görmüştü. Kendi kararlarını verebilme özgürlüğüne sahip olabilmişti hep. Belki sonrasında çok acı çekmişti. Ama yine acılarını saracak insanlar bulmuştu. Ne olursa olsun bizden daha şanslı bir insan olduğu belli bir şeydi. Bir de Savaş'a bakarsak o da şefkatli bir anneye sahipti ama ağa olduğu anda istesede o şefkate sığınamazdı. Babası da katı bir adamdı. Zaten buradaki çoğu adam evladı için canını gözünü kırpmadan verecek kadar sevip bunu asla gösteremeyen adamlardı. Savaş'ın babasıda bu adamlardan biriydi. Ve o adamı kollarında kaybetmiş bir de üstüne bunu kendi suçu olarak görmüştü. Hayatındaki kararları da her ne kadar güçlüyüm diye bağırsada kendi verme özgürlüğü yoktu. Mesala daha yedi yaşında silahlarla haşır neşir olmayı o tercih edemezdi öyle değil mi? Ya da liseden sonra beline silah takıp takmama gibi bir özgürlüğü olamazdı. Zira o bir ağa oğluydu. Abimden biliyordum tüm bunları. Ki abim babamın erken vefatından dolayı çok daha küçük yaşlar da koca adam gibi davranmaya mecbur bırakılmıştı. Kural basitti çünkü. Güçlü olmazsan kaybedersin. Merhamet edersen kaybedersin. Ağlarsan acını belli edersen kaybedersin. Zaaflarını gösterirsen kaybedersin. Yani kimse onlara hayatta hep kazanmak zorunda olmadıklarını öğretmemişti. Bu hayatta yere düşmek de olduğunu ve bunun utanılacak bir şey olmadığını söylememişti. Kimse ama hiç kimse istemiyorsan silah kullanmayı öğrenme dememişti.
Hani burada erkekler özgür ve güçlü görünüyor ya! Bence asıl kısıtlınan ve asıl güçsüz olan erkeklerdi. Mesala bir ağa çocuğu ben doktor olacağım diyemezdi. Ya da ben şarkı söyleceğim. Haa zaten öyle bir büyürdülerki bunların ne demek olduğunu bile bilmezdiler. Ellerinin sadece silah kullanabildiğini sanan aptallarla doluydu burası. Halbuki parmaklarına kalem tutuşturulsa dünyayı resmedecek adamlar saklardı burası. Ama seçim şansları yoktu işte. Tıpkı abim gibi. Tıpkı Savaş gibi. Herkes kadınların mahkumiyetine bakıyordu zaten. O yüzden görünmez olmaları da o kadar doğaldı ki! Ama unutulmamalıydı! Hayatı elinden alınan sadece kadınlar değildi.
Diğer bir açıdan baktığımda aslında hayatlarımız Savaş ile daha çok benziyordu. Aslında karakter olarak da Mert'den daha çok benziyorduk. Mesala ikimizde inatçıydık. Ikimiz de vazgeçmek nedir bilmiyorduk. Ikimizde hayatımız boyunca bir şeyler için savaşmak zorundaydık. Belkide onu sevmeme sebebimde buydu! Tanıdık olmasıydı beni ürküten. Kendimi biliyordum. Ben acıtırdım. Onu kendimden bilip itiyordum. Mert ise bilinmez ama huzurlu bir limandı. Ve beni o şuhluk çekiyordu. Hayatımda hiç kimsede görmediğim mavi tonlar vardı onda. Hiç kimsede görmediğim yeşiller. Savaş da ise herkeste gördüğüm siyahlar. Herkesi istemiyordu kalbim!
Yatakta bitik halde yatarken düşündüğüm tek şey. Ya durmasaydı! Ya beni karısı yapsaydı. Ben nasıl yaşayacaktım bu acıyla! Nasıl! Ama kendimi bu tehlikeye ben atmıştım. Mert yüzünden. Onun bu yaptığına bir yanım sinirlenirken bir yanım mutlu oluyordu. İçim bile dengesizdi. Ben daha Savaş'ın nefreti, Mert'in aşkıyla savaşamazken kendimle savaşmaya çalışıyordum. Bence bu hayattaki en zor savaştı kendinle savaşmak. Çünkü kazandığında ganimet alamazsın kaybettiğinde intikam isteyemezsin!
Bacaklarımı tabiri caizse sürükleyerek dışarı çıkmıştım. Sabah olmuştu. Yakında zaman kavramımı yitirecektim. Kuş sesleri duyuluyordu avluda. Kızlar yeni kalkmış sofrayı hazırlıyordu. Yorgundum. Gözlerimin sızısını hissedebiliyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHKUM
Teen FictionKırılmış hisler sürüsüyüz biz. Kırıldıkça kırılan kanatlaramızla savaşmaya çalışan hissizler sürüsü. Biz. Kim miyiz biz? Bir adet kadın çığlığıyız, durmadan yılmadan savaşan bir adet ordu silahıyız, ölüme kahkahalarla koşan bir adet deliyiz. Adımız...