Yanmadıysan canın şu hayatta. Hep eksiksin. Ve hep eksin kalacaksın
***
Ya gidecek ya ölecek! İşte bu cümle canımı paramparça etmişti. Bende burada kalmasını istemiyordum ki. Gitsin istiyordum ama git dersem hâlâ bitiremediğimi anlayacaktı. Bu sefer hiç gitmezdi.
"Saç-saçmalama!" Sesim sertti. Ama kalbim daha da sert. Ona zarar gelmesi düşüncesi bile canımı yakıyordu. Bunu Savaş da biliyordu. Bal gibi biliyordu hem de!
"Varlığı benim soluğumu tıkıyor. Senin de aklını!" Varlığı aklımı devre dışı bırakıyordu evet. Ama devredışı bıraktığı sadece aklım değildi. O tüm benligimi devredışı bırakıyordu. Evet öfkeliydim. Evet eskisi kadar masum değildi gözümde. Hatta bazen Savaş'a hissettiğim nefretin bile önüne geçiyordu ona olan öfkem. Bunlar doğruydu. Ama... Bir de aması vardı işte. Aslında gördüğüm rüyayı yorumlayabilsem bu ikilemim son bulabilirdi. Ben o rüyayı Savaş'ın bilinç altıma kazıdığı mahkûmiyet ve mecburiyet yüzünden mi yoksa artık Mert'e güvenmediğim için mi gördüğümü bilmiyordum.
"Anlamadığın ne biliyor musun Savaş?" Gözleri öfke doluyken sinirle tısladı
"Ne?!" Cevabım gecikmemişti.
"Onun nerede olduğunun önemsiz olması. Ha dibimizde ha dünyanın bir ucunda. Bedeninin nerede olduğunun önemi yok. Çünkü ruhu her daim aramızda!" Gözlerini kapayıp derin bir nefes vermişti. Onu sinirlendiriyordum. Ama bunu isteyerek ya da kasten yapmıyordum.
"Yeter lan! Her gün her dakika her saniye o pice olan aşkını anlatmayı kes. Eğer buna devam edersen içimdeki katili zaptedeyemeyeceğim. Ve o şerefsizin kalbini sökücem!" Onun kalbi. Benim kalbim. Ahh kafam allak bullak oluyordu. Farkettiğim diğer şey ise Savaş'ın tehditlerine eskisi kadar sinirlenmediğimdi.
"Bana bi söz verdin sen Güngör! Ve ne olursa olsun bu sözünden dönmeyeceksin!" Eliyle kolumu sertçe kavrarken canımı hayli yakıyordu.
"Sende bir söz verdin!" Diye kükrediğinde bir adım gerilemek istemiştim ama izin vermemişti. Taş gibi pençeleriyle sabitlemişti beni.
Bende son ses bağırarak cevap vermiştim.
"Ben sözümü tuttum. Bedellerimi ödedim. Artık ne tutacağım bir söz ne de tutunacağım bir dalım kaldı. Beni bitirdin işte. Esirin oldum. Kazandın yani!" Eli yavaş yavaş gevşerken gözlerini değişik bir çaresizliğe bürümüştü. Bakışları... Yakıcı ama yumuşaktı.
"Esir olmanı değil sevmeni istedim. "Ses tonundaki naiflik hayli şaşırtıcıydı. Savaş'tan çıkamayacak kadar güzel gelmişti. Ve aynı tonla devam etti.
"Dalım kalmadı diyorsun ya hani. Aptalsın! İstesen sana dünyanın bütün bahçelerini veririm. Ve tutacağın daha çok söz var! Senin dilinden çıkmayan ama kalbimde her gün verdiğin sözler var. Ve istesende istemesen de tutacaksın o sözleri!" Ama o benim kalbimdeki sözlerin tutulmasına izin vermemişti. Mert ile kurduğum hayalleri yok etmişti. Şimdi ise kendi hayalleri ve sözleri gerçekleşsin istiyordu. Bencillikti bu. Bencildi işte!
"Hep sen ve sana tutulan sözler. Peki ya ben? Bana verilen sözler. Ben Savaş ben! Hep görmezden geldiğin bir ben var burada. Düşüncelerini yok saydığın. Ve sadece kendi isteklerini dikte ettiğin küçük bir kız çocuğu var burada. Ömür var. Ona ne olacak? "Iki omzumdan tuttuğu gibi duvara yapıştırdı beni. Beklemediğim için yüreğim ağzıma gelmişti. Sırtım duvara bedenimin ön tarafı ise Savaş ile birleşikti.
"Ben o kız çocuğu için ölürüm! Ama o çocuğun tek derdi salak bir oyuncak. Basit,ucuz ve korkak bir oyuncak yaratmış kendine. Benden korkup o aptal canı bile olmayan oyuncağa sarılıyor." Mert benim için salak bir oyuncak değildi. Bunu biliyordu. Ama inanmak istediği buydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHKUM
Teen FictionKırılmış hisler sürüsüyüz biz. Kırıldıkça kırılan kanatlaramızla savaşmaya çalışan hissizler sürüsü. Biz. Kim miyiz biz? Bir adet kadın çığlığıyız, durmadan yılmadan savaşan bir adet ordu silahıyız, ölüme kahkahalarla koşan bir adet deliyiz. Adımız...