Eric Tanrı'nın varlığını vicdanının en derinlerinde duyabiliyordu. Belki konuşan Tanrı'ydı belki de değildi ama ihtiyacı olan sözleri ona birisi fısıldamıştı. Ve ihtiyacı olan şeyde tam olarak buydu. Elini kalbi üzerinden çekerek onu kılıcıyla ortadan ikiye ayırmak isteyen güzel kadına baktı.
"Sen hayatımda gördüğüm en kibirli ve ahlaksız adamsın!"
Eric alayla başını iki yana salladı ve İngiliz erkeklerine bakarak sakallarını kaşırken Bella'ya döndü. Askerleri leydi Bella kılıcını indirmediği için hazırda bekliyorlardı ama hepsinin yüzünde anlamsız bir gülümseme vardı. Bella baktığı her yüzün ardından büyük bir sıkıntının içine gömülüyordu.
"Her gün gördüğünüz adamlara bakarsak ben hayatınızda gördüğünüz en mükemmel adam olmalıyım leydim ve eğer anlamsız karmaşanın içinde sürüklenen ifadenizi yüzünüzden silmezseniz halkınızda askerlerinizde sizin yenik düştüğünüzü düşünecektir," dedi Eric ve boğazında duran kılıca rağmen başını çevirip askerlerine kılıçlarını indirmelerini söyledi. Şimdi yüzlerce insanın ortasında Eric idama mâhkum bir tutsak gibi görünse de Bella aslında gerçek mâhkumun kendisi olduğunu çok iyi biliyordu. Çaresizdi ve o adama mecburdu.
Yüzlerce kişi Bella'nın onurunu ve gururunu korumak için arkasında duruyor, leydilerinin tek bir işaretini bekliyorlardı. Bella ikiye ayrılmış olan insanlara baktı ve her iki tarafında kendi kanından olduğunu hatırlayarak dişlerini sıktı. Her şeyi onlar için yapıyorken kendisi neden zor duruma düşüyor ve çıkmak için türlü türlü şeyler yapıyordu ki? Kılıcını Eric'in boğazından çekerek gözlerindeki korkuyu silmeye çalışarak İskoç askerine baktı. Onların İngiltere'ye gelme sebebi kendisiydi ve Bella onları hiç umduğu bir şekilde bulmamış, gerektiği gibi karşılayamamıştı. Her şey daha ilk dakikadan bir savaşın ilk adımları atılır gibi başlamıştı. Surları aşılmış, topraklarının en güvenli noktalarına kadar ulaşılmıştı. Ne kadar inkâr ederse etsin ya da karşısında duran sevgi yoksunu ruhsuz adamdan ne kadar tiksinirse tiksinsin onlara muhtaçtı. Eric'in son sözlerini duymazlıktan gelerek kılıcını kınına soktu ve ellerini sarı uzun saçları arasında gezdirerek Eric'in önünde reverans yapmaya çalıştı.
Eric onun davranışlarındaki zorakiliğin ve zarafet eksikliğinin pekâlâ farkındaydı. Leydi Bella, Rose'un anlattığının tam tersiydi. Çok güzeldi ama güzelliğinden bir şeyler eksilmişti, parmaklarındaki morluklar ve yüzündeki kurumuş toprak izleri onun bir leydiden çok bir hizmetçiye benzemesine neden olmuştu.
"Bu karmaşaya son verip her şeyi unutmalı ve en baştan başlamalıyız lordum."
"Bu bir emir mi yoksa bir rica mı leydim?"
"Siz nasıl olsun isterdiniz lordum?" Bella'nın gözleri ateş saçıyordu, Eric buna yemin edebilirdi çünkü teninin acıdığını ve ruhunun titrediğini hissediyordu. Karşısında duran küçük melek onu bakışlarıyla güçsüzleştiriyordu. Ama bunu umursamaması gerektiğini kendisine hatırlatarak olduğu yerde hafifçe sirkelendi ve konuşmak için bakışlarını Bella'nın güzel bedeninden ayırmak zorunda kaldı.
Fazla güzel öyle değil mi?
Bu kadar güzel olmak zorunda değildi!
Bu senin bir diğer imtihanın İngiliz?
Hep zorluklarla imtihan ediliyorum Tanrım...
"Topraklarınızda olduğum ve sizinle tanıştığım için onur duydum leydim," dedi, elini kalbinin üstüne koyarak Leydi Bella'yı büyük bir şaşkınlığın ortasında bıraktı Eric. Genç kadını şaşırtmak hoşuna gittiğinde ise içinde bulundukları durumu hatırlamak zorundaymış gibi dişlerini hırsla birbirine bastırarak gözlerini kısa bir süre için kapadı.
Bella, "Topraklarım artık sizinde topraklarınızdır lordum," dediğinde bu sefer şaşırma sırası Eric'teydi, dokunsa incitebileceği güzel kadının cesaretine ve açık sözlülüğüne hayran kalmıştı. Ona ihtiyaç duyduğunu süslü sözleri ardına gizlemeye çalışsa da Eric, Bella'nın gözleri ardında yatan gerçeğin farkındaydı. Başını saygıyla eğdi ve dudaklarını ıslatarak Bella'ya ne demesi gerektiğini düşündü ama dudaklarından çıkan tek söz güzel kadının adından başka bir şey olmamıştı.
"Leydi Bella Quer."
"Lord Eric McVerht."
Adını biliyor İngiliz...
Adımı andığı güne lanetler yağdıracak...
Hadi ama bu kadar umutsuz olma...
Dizlerimdeki ve kalbimdeki yaralara baktığımda içimden kahkaha atmak değil, umutsuz olmak geliyor...
Mektuplar onlara isimler konusunda yardımcı olmuştu ama ikisi de birbirleriyle karşılaştıklarında bu kadar şaşırabileceklerini hiç tahmin etmemişlerdi. Bella geceler boyu uykusuz kalmış ve kilisede altmış yaşında bir lordla el ele yürüdüğüne dair kâbuslar görüp durmuştu. Eric ise Rose'un sözleri üzerine kendisini Bella'nın güzelliğine karşı hazırladığını düşünmüştü ama kadının kırmızı dudaklarını ve mavi gözleri onu delip geçtiğinde içindeki her şey tuzla buz olmuştu. Güzelliğine karşı koyabileceğini düşünmek, onbinlerce askerden oluşan koca bir orduya tek başına kafa tutmak kadar gülünçtü...
Halk onların dudakları arasından çıkacak tek bir sözü nefes almadan beklerken Bella da Eric'de birbirlerine bakarak gerginlikten terlemeye başlamışlardı. Saniyeler dakikaları kovalıyor ama onların donup kalan düşünceleri saniyelere ya da dakikalara aldırış etmiyordu.
"Leydim..."
"Lordum..."
İkisi de aynı anda birbirlerine seslendikleri o an da herkes nefes almak bir yana dursun hareket etmeyi bile bir kenara bırakmıştı. Bella da Eric'de sarı saçlarını çekercesine karıştırdıktan sonra kimin konuşacağına karar veremeyerek geçmek bilmeyen zamanın sessizliğinde asılı kaldılar.
"Warty getir onu," dedi Eric ansızın, Bella, Eric'e bakarken neden heyecanlandığını düşünüyordu ve Eric'in askerine seslendiğini duymamıştı. Ona sıkıntıdan başka bir şey vermeyen ve her bulduğu boşlukta kendisini sözleriyle yerin dibine sokan yakışıklı kurtarıcısı kalbinin en derinliklerine küçük bir kıvılcım bırakmıştı. Alev alması an meselesiyken Bella çıkacak olan büyük ateşin üstüne basıp aniden tüm duygularını bastırmıştı.
"Leydim teklifimi kabul edecek misiniz yoksa İskoçya'ya mı dönmeliyim," dedi Eric ama Bella'nın onu duymadığının farkındaydı, güzel kadının onun üstünde dolaşan gözleri donuklaşmış, uzaklara dalıp gitmişti. Ne endişe ne de korku, Eric onun dalıp giden gözlerinde heyecanın izlerini görüyordu.
Kalbi yaralı bir adama âşık olmak seni ölüme götürür...
Eric bakışlarını onları bir çemberin içine hapsetmiş olan insanların üzerinde gezdirdi ve sonra askerlerine baktı. Hepsi şaşkın şaşkın Eric'e bakıyorlardı ve ne olduğunu anlamadıklarını söylemek istercesine ya gözlerini deviriyorlar ya da ellerini iki yana açıyorlardı.
"Leydi Bella beni duyuyor musunuz?" Eric onun için gerçekten endişelenmeye başlayacakken Bella'nın gözlerinden süzülen yaşlarla dona kaldı. Genç kadın onun davranışı karşısında şoka girmişti. Bu ya mutluluktandı ya da üzüntüden kaynaklanan bir şoktu. Eric bilmiyordu ama bir kadının ağlayışını izlemek isteyeceği son şeydi. Kimsenin onun süzülen yaşlarını görmemesi için Bella'yı büyük bedeninin gölgesi altına alarak aralarındaki mesafeyi kapattı. Bu cennetin kapısına bir adım daha yaklaşmak gibiydi.
"Leydim iyi misiniz? Sizi şaşırttıysam üzgünüm ama bana bunları yapmam gerektiği söylendiği için yapmak zorundayım. Bu benim görevim," diyerek Bella'nın başka bir şey için umutlanmasını engellemek istedi ama bir kadının umutlarını asla söndüremeyeceğini daha sonra anlayacaktı.
Bella Eric'in askerine seslendiğini duymamıştı çünkü onun sanatçıların en iyisi olan Tanrı'nın elinden çıkma bedenine ve kusursuz yüz hatlarına kapılıp gitmişti. Hem de çok uzaklara gitmişti. Hakkı olmayan hayaller kurmuş ve bunlara Eric'i de dâhil etmişti daha az önce tanıştığı adam için gelecek planları kurmuş, bunların içinde hem mutlu olmuş hem de üzülmüştü...
Hayat sana hızlı koşmaman gerektiğini öğretmedi mi Bella?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hadi Kalbim Yeniden Sev (İngiliz Çiçekleri 2. Kitap) *Tamamlandı*
Historical FictionYaralı bir adam... Güçlü bir adamın yardımına ihtiyacı olan bir leydi... *** Leydi Bella babasından kalan toprakları korumak ve kendisini güvende hissetmek istiyordu ama bunun için yenilmez bir savaşçıya ihtiyacı vardı. *** E...