Julie tam konuşacağı sırada koluna yapışan güçlü elin tutuşuyla geri çekildi. Harold'ın sert göğsü onun yuvasıydı ve o an ona huzur veriyor olması Julie'yı şaşırtsada artık kocasının onda hissettirdiklerini kabullenmeye başlamıştı. Aşk kabul edemediği duyguların hepsine verilen tuhaf bir isimdi...
Harold Julie'nın terleyen alnına, nefes almakta güçlük çeken bedenine baktıktan sonra bakışlarını Leydi Bella'ya çevirdi.
"Leydim, kral bizi çağırıyor..."
"Lordum kralın bizim yanımızda olacağını sanıyordum!"
Harold gülümsedi ve göğsüne dayalı minik karısının saçlarını kokladıktan sonra cevap verecek gücü ve iradeyi kendisinde buldu. Birileri öldürüp büyük bir temizlik yapmamak için kendisini zor tutuyordu.
"Kral bir semboldür leydim ve onu kral yapan şey etrafını saran güçlü toprak beyleridir! Yani buradaki her lord istesekde istemesekte kralın gücünün bir parçası ve kral bu gücü kaybetmeden hainleri bulmak istiyor!"
"Ve bu uğurda birisini kurban etmesi gerekiyorsada bunun Eric olması onun için bir önem farzetmiyor öyle değil mi lordum!"
"Sizce Eric'i ölüme terk edebilecek bir adam mıyım ben!"
Bella dişlerini dudaklarına geçirerek yaşlarla dolan gözlerini kırpıştırdı ve ağlamamak için Tanrı'ya yalvardı. Güneşin kaybolan ışıkları altında birbirine dolanmış âşıkların inancı onunda inancını kuvvetlendiriyordu. Ve onlara sahip olduğu için kendisini şanslı hissediyordu Bella. Sarı saçlarını savurarak gözlerini sıkıca kapadı ve bir adım atıp geride bıraktığı çifte döndü.
"Kralımızın isteğini geri çeviremeyiz..." diyerek onların kendisine yetişmesini bekledi. Harold, Julie'dan uzaklaşıp çekici gülümseyişiyle karısına baktı. 'Benim varlığım sayesinde çiçek açan bir toprak gibisin...' Julie der gibiydi gözleri ve Julie onun ahlaksız kibrine tırnaklarını geçirmek içindeki tüm havasını söndürmek istiyordu ama o kadar yorgundu ki yapabildiği tek şey gülmek ve tekrar Harold'ın güçlü bedenine yaslanmak olmuştu.
*
"Ian neden emri aldığımız andan beri yüzün asık?"
Heyalof her an, her koşulda herkese gülücükler saçan adamın bir anda taş duvar olmasına anlam verememişti. Leydi Julie onu küçük düşürecek bir şey mi dedi diye düşünüp durmaktan başı ağrımış ve en sonunda dilini kaşındıran sorusunu Ian'a sormuştu ama yine alabildiği cevap boğuk bir homurtu olmuştu.
"Senin canını sıkacak kadar güçlü bir şeyse bu o zaman gerçekten kötü bir şey olmalı Ian. Şu an bana söylemek istemiyor olsanda unutma ben seni dinlemek için daima yanında olacağım... Her ne olursa olsun," diyerek Heyalof Ian'ı bir kez daha karanlığa ve umutsuzluğa gömdü, Ian atının üstünden düşüp boynunu kırma hayalleri kurarken yine Heyalof'un sevgi dolu sözleriyle kırılan parçası boynu değil kalbi olmuştu. Ona durumu nasıl açıklaması gerektiğini bilmiyordu. Kalbi kırık bir kadının kalbini yeniden kırmak ona bir şey kazandırmayacak aksine Heyalof'u tamamen kaybettirecekti. Atının yelesini okşarak içten içe kendisine söylenmeye devam etti.
Çok yakında daima yanımda olma fikrinden vazgeçeceksin Heyalof...
*
Eric diz kapaklarının ağrısı yüzünden yüzünü ekşitti. Ufak bir çocuk gibi mızmızlanmak istemediği için çenesini kapalı tutarak onu çekiştiren askerlere homurdanarak baktı. Askerler lordları olarak kabul ettikleri adama karşı güvenlerini kaybetmiş gibi görünmüyorlardı ve bu durum Eric'i mutlu etsede içine düştüğü durumdan nasıl kurtulacağını bilmiyordu. Sonunda zindanlara açılan çürümeye yüz tutmuş küf kokan büyük tahta kapının önüne geldiklerinde Eric ayaklarının acıyla bağırdıklarına yemin edebilirdi.
"Beni zindanlara tıkma emrini kimden aldınız asker?"
Kollarını sıkıca tutan iki genç ve güçlü adam başlarını yere eğerek onu tahta kapıdan geçirmeye çalıştılar. Eric direnmeye çalıştığı her an geçmemiş olan yorgunlu ve acısının üzerine bir kat daha yüklendi ama buna rağmen tekrar askerlerle konuşmaya çalıştı.
"Bunu bana söyleyerek hiçbir şey kaybetmezsiniz!"
Sesini yükseltmiş olabilirdi ama onlara, onların vicdanlarına seslenmesi gerekiyordu. Ve bunu sesini yükselterek başarabileceğini düşündü Eric. Sıkılı dişleri ve kasılı bedenini onu engelleyen demir parmaklıklara yasladı. Dudaklarını uzatarak ve ağzını açabildiği kadar açarak sorusunu tekrarladı. Askerlerden birinin duraklayarak ona dönmesi üzerine heyecanla geri çekildi. En azından bir hainin adını daha alabilecekti.
Askerlerden diğeri geri dönen arkadaşını engellemek isteyerek genç adamın koluna yapıştı ve onu çıkış yoluna çıkarmaya çalıştı. Eric buna engel olmak ister gibi demir parmaklıkların arasından kolunu uzattı ve askere yetişmek istedi onca mesafeye rağmen, onun çabasını gören asker koluna yapışan elden tek bir hareketle kurtularak Eric'in önünde belirdi.
"Bunu size Lord Owen yaptı lordum, sizi yakalamak istemediğimizi söylememize rağmen gülerek bu görevi yapmamız için bize kralla birlikte baskı yaptılar!"
Genç askerin yakasına yapışan el onu hızla Eric'ten uzaklaştırdı. Eric hazla parlayan gözleriyle askerinin gidişini izledi. Ellerinde bulunan isimlere tek tek ulaşıyorlardı. Bu varışın ondan birçok şeyi koparıp alacağını düşünmek istemesede zindanda olduğunu hatırlattı kendisine. Lord Owen'ın ismine sahipti ama eli kolu bağlıyken ve üzerine yıkılmaya çalışılan bir ölüm varken hiçbir şey yapamazdı.
Hayat seni zorluyor gibiİngiliz...
'Beni her zaman en zoruyla sınadığını biliyorum Tanrım... Ama bana neden İngiliz dediğini hiçbir zaman anlayamayacağım...' diyerek göğsünde sallanan yeşil yüzüğe dokundu... Bella'nın dakikalarca ellediği incelediği yüzüğe... Neden o tutkulu anların içinde sadece yüzüğe olan ilgisini hatırlamıştı ki sanki!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hadi Kalbim Yeniden Sev (İngiliz Çiçekleri 2. Kitap) *Tamamlandı*
Historical FictionYaralı bir adam... Güçlü bir adamın yardımına ihtiyacı olan bir leydi... *** Leydi Bella babasından kalan toprakları korumak ve kendisini güvende hissetmek istiyordu ama bunun için yenilmez bir savaşçıya ihtiyacı vardı. *** E...