45; köpeklerin işediği aşk

56.9K 2.9K 12.7K
                                    

Heyyo! Ben geldim! Keyifler nasıl? Umarım hepiniz çok iyisinizdir! 💜

Öhm, öhm bu bölüm geçiş bölümü fakat yine kendimi durduramadığım için 5k yazdım😂 Müsait olunca okuyun, bol bol feels geçirin ve yorum yapmayı unutmayın😚

Sizi sebiyorum, 19.19'dan selamlar, hepinize iyi okumalar💙

Yer: Seul Ulusal Hastanesi, Seul

Tarih: 02.01.2017 05.45

Ölüm.

Aralık duran pencerenin arasından süzülen rüzgarın sallandırdığı perdenin sabit ivmeli hareketini izlerken boş bir ruha bürünmenin nasıl hissettirdiğini çözmeye çalışıyordum. Parmaklarım kasılmaktan mosmor, kalbim kasılmaktan yumruk kadar yerde benliğine zor ve kafamı omzuna yasladığım adam, bana, en zor günümde sığınacak yuva, tutunacak dal olmuştu.

Çünkü beklenmesi çok müsait, o sızlatıcı haber gelirse eğer, kollarına girip ağlayabileceğim tek yuvam, o kalacaktı.

Jungkook, saatlerdir uykusuz bir halde ve per perişan yanımdaydı.

Birtakım güzellikler silsilesi içinde onun omzu, benim yağlı saçlarımla bezeli kafam için soğuk bir kadavra veya bazı dakikalar, sessiz bir ölüm olmuştu. Bizim yaşatmaya çalıştığımız küçük, pembe begonvillerin hepsi tek bir telefon aramasıyla solarken tenlerimizin arasındaki ihtiyaçsal çekim ölümsüzleşmiş, lakin göz pınarlarında idam ettirdiğim korkular bir bir kendini saklamaya çalışmıştı.

Kalp krizi, demişti doktor.

Ben, ağlayan annemin savrulan kollarını tutmak içim uğraşırken bir şey diyememiştim. Bazen benim gibi geveze bir velet bile söyleyecek, ah pardon, söylemeye yetecek hatta o derin anlamlara sığabilecek cümleler kuramıyordu. Hastanenin insana inancını sorgulatan o beyaz, ilaç kokulu koridorunda sere serpe otururken bazı kelimeler, tek başına ağrısız ve sızısız bir ölüm oluveriyordu. Kolayca ölüveriyorlardı; göz açıp kapanıncaya kadar geçen milimlik sürede hayatınız alt üst oluyordu.

Sekiz saattir yoğun bakımda olan babam için gelecek kaygısına kayıtsız şartsız girerken kabullenmek istemediğim acı gerçek, pelerinini savura savura, ağıt yaktırıcı bir havayla, bir ağrıyla ve bir yalvarışla önümde durdu. Beynimin kıvrımlarına sızan, bir zehir misali nöronlarımı parçalayan cümleyi okumak istememiştim. İlk kez, hayatımda ilk kez, okuma- yazma öğrenmemek için yeniden doğmak istemiştim fakat sabırsız ruhum, gözlerimden akacak yaşları serbest bıraktığında beş sikik kelime, göz kapaklarımın önünde rüyalarımın başrolü oldu.

Ölüm, babamı pençesi altına almıştı.

"Bebeğim," diye fısıldadı Jungkook, narinleştirdiği sesini kulak zarıma iletirken. "eve gitmeliyiz."

"Bu halde daha çok perişan oluyorsun, dinlenmen lazım."

Kafamı, sahiplendiğim geniş omuz sınırlarından ayırırken gözlerimi, morarmış ve damarlarının belirginleştiği gözlerine diktim ve umutsuzlukla kaplanmış harflerimi onun güzel yüzüne doğru sundum.

"Eve gidersek," dedim, sıcak gözyaşlarıyla dolu sesimi zorlukla boğazlarımdan ittiğimde. "babam iyileşecek mi, Jungkook?"

"Eve gidersek, iyi bir haber alabilecek miyiz?"

Jungkook'un göz bebeklerindeki savunma mekanizmaları adım adım kırılırken güçlü kalmaya çalışan kaslı kolları bedenimi hızla sardı ve dudakları, mezarı bellediği boynuma indiğinde dokunaklı ve ağlamaklı öpüşleri, tenime kusursuz teselliler bıraktı. Aşık olduğum adamın en bilinmeyen yanı, yaraları nasıl saracağını biliyor olmasıydı.

classroom :: vkook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin