Multimedya;
Alan Walker, Faded.
Merhaba. Nasılsınız? Bu panelin altında sohbet edelim mi? Sizlerle konuşmayı seviyorum.
💦
13. Bölüm: "Yeraltı kapanı."
Geçmişin bileklerinden akan kanla geleceği besliyorum.
Geleceğim geçmişimin cesedi başında kahkahalarla gülüyordu. Onunla gülmeli mi, yoksa geçmişle üzülmeli miydim, bilmiyordum. Bu şey gibiydi; iyinin kollarında kötülüğün cezbedici günahına meyletmek ve kötünün kollarında iyiliğin saflığını arzulamak gibi. Bir araftayım. Dimağım kayıplardı. Bu yüzmek, yüzmek ve ufka erişememekti. Dibe çekilirken savunmasızdım. Belki de benimle birlikte dibe çekilecek biri olsaydı, her şey bu kadar zor olmazdı.
Nefesim boğazlarımı parçalıyordu.
Ya da boğazlarım nefeslerimi dışlıyordu.
İşte nefesimin boğazımla mücadelesini hissederken yanıma baktım; onu gördüm.
Korkut Eflâh Zemherir'i.
Sarılmamızın üstünden koca bir gün geçmişti. Ona sarılmak daha güçlü ve iyi hissettirmişti. Güvende olduğumu, garip bir iç güdüyle onun tarafından kollandığımı fark etmiştim. Yalnızdım, kimsesizdim ve tüm bu hisler yalnız oluşumla alakalıydı. Varlığı beni rahatlatıyordu ve bunu sevmiştim. Bu sabahta odama paldır küldür dalmış, beni yataktan kaldırmış ve koşmamız gerektiğini söyleyerek odamdan çıkmıştı. Bir yarım saat sonra hazırlanmış, evden ayrılmış ve arabayla bu ormana gelmiştik.
Koşuyorduk.
Temiz oksijen dudaklarımdan sızarak boğazlarıma kayıyor, soluk borumu tırmalıyordu. Saat sekize yaklaşıyor, yelkovan akrebin bağrında açtığı yaraya gülüyordu. Taştan zeminin etrafı çamurluydu. Ağaç gövdeleri kalın, dalları yapraklı ve yaprakları ıslaktı. Etrafta koşan birkaç insan daha vardı ama genel olarak sessiz bir ortamdı. Kuşların kulak tırmalayıcı sesini işitiyor, Korkut'un taktığı kulaklıktan dışarı sızan yabancı parçayı dinliyordum. Müziğin sesini o kadar fazla açmıştı ki, duymamam mümkün değildi. Kulakları sağır olacaktı...
Kesik soluğumu kuruyan dudaklarımın arasından bakarken, "Bacakları bacak değil de silah sanki ya," diye homurdandım. "Adama bak, koşarken ateş ediyor. Nasıl bu kadar hızlı koşuyor? Acaba ben mi yavaş koşuyorum?" Gözlerimi kıstım. "Yoo. Bunu kabul edemem."
Yünlü taytımı yukarıya çekiştirerek ona yetişmeye çalıştım. Benden biraz ilerideydi. Yirmi dakikadır hiç durmadan koşmuş, ara ara ritmi yavaşlatmıştık ama onun yüzünde yorgunluğa dair tek bir ifade yoktu. "Yalnız kalçaları benim kalçamdan daha güzel..." dar ve sıkı kalçalarına bakarken sesli bir şekilde güldüm. "Her sabah aynı saatte kalkıyor, aynı saatte koşuyor ve aynı saatte elmasını yiyordu. Sanırım bunların hepsini zinde kalmak için yapıyor. Tembellik hiç de ona göre değil."
Kendi kendime konuşurken şiddetli nefesler verdim ve adımlarımın mesafesini açarak ona biraz daha yaklaştım. Elimi ileriye uzatarak parmaklarımla kapüşonlusunu yakaladığımda, "Yarım saatte bin yüz kere çekiştirdin şunu," dedi aksi bir dille. "Çıkarıp sana mı vereyim? Ne istiyorsun kızım? Ya da ellemek mi istiyorsun? Eğer ellemek istiyorsan dürüstçe söyleyebilirsin. Anlayışla..."
Bedenimdeki nem oranı artarken, onun parmaklarımı kapüşonlumun altına soktum. "Elbette dokunmak istiyorum," dedim, dişlerimi göstererek sırıttım. "Ya! Niye hemen ifşa ediyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OKYANUSTA BİR DAMLA |FİNAL OLDU|
Fantasy"Acıdan geçemeyen kadının, acısı bitemeyen adamla; kırık dökük sevdası." Kendini bilmez bir gecede, ay tamda göğün bağrında uyuklarken başladı her şey. Kader; dizleri yaralı bir kızı, dudakları kan kokulu bir adamın koynuna sardı. Yitirdiği...