6.Bölüm: "Ateş ve Barut."

163K 9.2K 20.6K
                                    

Multimedya;

Maropn 5 - Maps.

Selam. Nasılsınız, her defasında beklettiğim için üzgünüm.

💦

6. Bölüm: "Ateş ve Barut."

Göğsümdeki enkazın depremisin sen.

Ruhumdaki tabutun cesedisin sen.

Her göğüs bir enkaz taşırdı, tıpkı her tabutun bir ceset ve her silahın bir kurşun taşıdığı gibi. Birileri için bir şeyler hissetmeye başladığımız o andan sonra, göğüsteki boşluğa enkazı dökmeye başlardık. Her şey ilk başta basitti, depremin yaklaştığından habersizce hissetmeye devam ederdiniz ancak bir gece vakti o deprem çatınızı başınıza düşürdüğünde, artık göğüs kafesiniz bir enkazdı.

Hangimiz göğüs kafesimizde bir enkaz taşımıyorduk ki?

Hangimiz o enkazı bile isteye var etmemiştik ki?

Bile, isteye. Yana, yakıla.

Sonbahar yaprakları bir şehrin temiz sokaklarında usulca uçuşurken, aynı şehrin bambaşka sokağında bir kadının mağdur çığlıkları duyulurdu. Öyle şeyler yaşar, öyle anlarla ruhunuzu beslerdiniz ki, merhamet denen vasıf artık bakımsız bir çiçek gibi ölmeye başlardı. Mermahet öldüğünde siz o kadının çığlıklarına kesilirdiniz. O an sizin merhametinizi, öldürenler o kadının cinayetine ortak olduğunu bilemezdi. Hayat, aynı satırda kesişen ancak hiçbir zaman kesiştiğini bilemeyeceğiniz anlardan var oluyordu.

Kanımda taşıdığım zehir kimlerin günahına girmişti? Damarımın içinde gezinen bu yabancının, bir hayatı söndürdüğü gibi benim vicdanımıda çökerttiğini biliyor muydu? Pencere camı önüne düşen iri kar kristallerini bomboş gözlerle izlerken, bilincimin duvarlarına çakan uçurtmalar hangi çocukların hayallariydi? O adamın bir çocuğu var mıydı? Evli miydi? Ya da ailesi var mıydı? Pufun üstünde, cenin pozisyonunu almış, pencerenin ardındaki dünyayı izlerken usulca yutkundum.

Saatlerdir bu köşeden kalmamıştım.

Kirlenen, dağılmış saçlarım ılık yanaklarıma dalgalar haline yayılmıştı. Bir cesedin ruhsuzluğunu andıran parmaklarımla onları itelerken, günlerdir tahtımı koyduğum odanın kapısı gürültüyle aralandı. Ahşap kapının duvarda bıraktığı yankı, sessizliğin askısına doğru estiğinde, sessizlik aramıza düştü ve etrafa saçıldı.

Korkut Eflâh gelmişti.

Gölgesi sırtıma devrildi, kaburgalarımda taşıdığım gölgesinin rengi katranın en acı tonuydu. İri adımlarının ahşap zemine bıraktığı sesi dinledim, kuvvetliydi. Yanıma yanaşarak etrafımı dolandı ve pencere camının önüne geçerek, kalçasını pervaza yasladı.

Bal renkli irislerinden bal harelerime akan kelâmlarda, bir kıyametin sırtından idam edilen şeytanlar saklıydı. "Üç gündür bu odadan dışarıya çıkmıyorsun," dedi sertçe. Kıyametin sırtından düşürdüğü bu adam, şeytanların arasında hiçte sırıtmazdı. "Anladık, şaşkınsın ve korkuyorsun ama bu lise öğrencisi triplerin bir boka yaramaz. Silkelen ve kendine gel."

Avuçlarımı kucağıma düşürdüm, tırnaklarım bir hayli uzamıştı. Kalbimin üstünde seksek çizen birileri vardı ama bu çizgiler bir kadehin sivri çıkıntılarıyla var edilmişti. Bir çocuk mutlu olsun diye kalbim ölüyordu. Sustum. Susmadı.

"Eyşan, bana cevap ver."

Cevap vermedim.

Sert soluğu zihnime asılmış hatıraların üstüne esti, hatıralar yan yattı. Üzerinde bu adam uyukladı. "Eyşan, sesini duymak istiyorum."

OKYANUSTA BİR DAMLA |FİNAL OLDU|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin