"Acıdan geçemeyen kadının, acısı bitemeyen adamla; kırık dökük sevdası."
Kendini bilmez bir gecede, ay tamda göğün bağrında uyuklarken başladı her şey.
Kader; dizleri yaralı bir kızı, dudakları kan kokulu bir adamın koynuna sardı. Yitirdiği...
(Bir şarkı koymayacağım, çünkü Aysima'nın duygularını ifade eden hiçbir şarkı yok.)
Merhaba canımın içleri!
Nasssısınız? Şimdi iyiyseniz bile bölümü okurken veya okuduktan sonra iyi olmayacağınızı biliyorsunuz değil mi? Biliyorum, Eflâh'ı özlediniz, ben de yazmasını özledim ama... Bekleyelim :')
Paragraf arası yorumlarınızı ihmal etmeden keyifle okuyun!
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
🌊
4. Bölüm: "CAMDAKİ YAZI."
"Hep düşünüyorum Eflâh, biliyor musun? Hiç aklımdan çıkmıyor. Hep düşünüyorum, acaba Eflâh yanarken bu acıyı hissetti mi, diye düşünüyorum."
Sen ateşler içinde yanarak öldün, ben buzlar içinde donarak ölüyorum.
Her yer soğuk, kat kat yorganlara sarılsam da ısınamayacağımı biliyorum. Ben sanki denizin altındaydım, dibe batmış, nefesimi tutarak bekliyordum. Vücudum buradaydı, ruhum intihar ediyordu. Aslında ben hep denize aittim, o denizin altında yaşardım; denizin üzeri alevlerle yanarken. Şimdi denizin altından başımı kaldırıp baktığımda ateşi göremiyordum; denizin ılıdığını hissedemiyordum. Karanlık ayı görüyordum, bahtsız geceyi ama deniz yanmadığında... üşüyordum. Ateş olmak ruhunken, nasıl sönersin? Ateş olduğunda su olur seni söndürürdüm ama sen ateş olmaktan vazgeçince, benim su olmamı gerektiren hiçbir şey kalmadı.
"Seni söndürebilir miydim diye düşünüyorum bazen." Elimi uzattım, yattığım yatağın kenarına dokundum. "Sana daha hızlı koşsaydım, damarımdaki bu suyu alevlerinin üzerine dökseydim... Seni söndürebilir miydim Eflâh?"
Gözlerimi yumdum; çünkü bazen acı karşınızdaymış da onu görmeye katlanamıyormuş gibi hisseder ve böyle yapardınız. Zaten gözlerimi yummasam da her yer karanlıktı, onu kaybettiğimden beri. Odanın içerisi zifiriydi, tek ışık belirtisi yoktu. Yattığım yataktan uyumadan duruyor, Eflâh'ın bir daha gelmesini bekliyordum. Beni öptüğünden beri elimi yanağımdan ayıramamış, sessizce mutluluk göz yaşları dökmüştüm. Gelmiş, yanağıma bir öpücük bırakmıştı. Bu ne mi demekti? Bu bedenimi kaybettim ama hâlâ bir ruhum var, demekti.
Yatağın çarşafını okşayan elime, yüzük parmağıma baktım. Çok zayıfladığım için yüzük sürekli, haberim dahi olmadan parmağımdan kayıp gidiyordu ve bir gün onu bulamamaktan korkuyordum. "Eğer buradaysan ve bir şekilde beni görüyorsan... Bil ki bu göz yaşları mutluluk göz yaşları Korkut. Çünkü sen geldin, bana geldin."
Gülümseyerek yatakta hafifçe yan döndüğümde, kemiklerimin vücuduma battığını hissettim. Çok zayıfladığım için bu duruma fazlasıyla alışıktım ama bu canımın yanmasına mani olamıyordu. Saçlarını gözlerimin önünden çekerken, "Bu gece uyumayacağım," dedim. "Seni bekliyorum." Her ne kadar beni mutlu etmiş olsa da çektiğim acıları unutmuş değildim. Gücümü, son zerresine kadar kaybetmiştim. O sahne, o uçurum kenarında yaşananlar gözlerimin önünden gitmediği müddetçe ben bu acıya mahkumdum. Acı bir çocuk olsa, milyonlarca annesi olurdu; çünkü hepimizin acısı var.