26. Bölüm: "Kaderin kalemi."

109K 7K 10.4K
                                    

Multimedya:

Son Feci Bisiklet, Bu Kız.

Ariana Grande, Into You

Bakınız, hiç bekletmeden de gelebiliyorum. Diğer bölümü biraz kısa bulmuşsunuz, bu yüzden çok daha uzun bir bölüm getirdim.

O kafa yorumlarınıza bayılıyorum!

Neyse, çok oyalamayayım sizi :)

🌈

26. Bölüm: "Kaderin Kalemi."

Kader, sanki seni yazdığı kalemi benim elime yüzüme bulaştırmıştı.

İsminle başladığı cümlenin noktasını benim kaderimin satırında sonlandırmıştı.

Bu yüzden ben de biraz senden vardı.

Parmaklarımın arasında dengelediğim kalemi Eflâh'ın yanağına yavaşça dokundurduğumda, keçeli kalemin ucundaki pembe renk yanağına hafif bir çizik bıraktı. Evet, pembenin onun rengi olmadığını biliyordum ama bu umurumda değildi. Hangi renkle olduğu önemsiz bir şekilde onu boyamak eğlenceliydi. Doğrusu dakikalardır onu boyuyor olmama rağmen nasıl uyanmadığını da anlamıyordum.

Onu boya paletine çevirecektim.

Sessizce kıkırdadım. Yaklaşık yarım saat önce uyanmıştım, dün ki pozisyonumuzda uyuyup kaldığımızı da uyandığımızda anlamıştım. Kalkmış, üstümü değiştirerek bir tişörtle tayt giymiş ve etrafı karıştırdığımda gördüğüm keçeli kalem sayesinde kendime eğlence bulmuştum. Eflâh oturur pozisyonda uyuyordu, başını arkaya yatırarak saçlarının arkaya doğru salınmasına sebep olmuştu. Saçlarındaki şiirler... Onları yazan şair Tanrı'nın kendisi olabilirdi sadece. Dizlerimin üstünde yanına oturmuş, kalemi yüzünün her yanına bulaştırıyor ve bundan acayip keyif alıyordum. Gökyüzü aydınlıktı. Kar yağmıyor, hacimsiz yağmur taneleri yere iniyordu. Gökyüzünün bir kısmı, eteklerine çamur sıçrayan bir gelinlik gibi karanlıktı. Saat öğlen vaktine yaklaşıyordu, Korkut Eflâh neredeyse on iki saattir aralıksız uyumaktaydı.

Serbestçe gülümsedim. "Yüzün bir boya paletiyken bile yakışıklısın..." durdum. "Aa, burnunun ucunu boyamamışım!"

Yüzümü yere indirerek koltuğun üstündeki renkli kalemlere bakındım. İyi bir markanın keçeli kalemleriydi. Pembeyi bırakarak turuncu renge uzandım ve parmaklarımın ucuyla yakalayarak boyayı burnuna kaldırdım. Küçük, harika bir buruna sahipti. Homurdandım. "Sen bu kadar güzel burunlu olmaya utanmıyor musun? Benim böyle burnum olsa silmeye çekinirdim eskimesin diye."

Gözlerimi kısarak yüzüne az daha yaklaştığımda dudaklarının arasından dökülen nefesin bir sulu boya gibi yüzüme yayıldığını hissettim. Nefesini koklayarak mırıldandım. "Ağzının kokması gerekiyor, dur bakayım kokuyor mu?"

"Daha yakından bakmak ister misin?"

Bu ses tonunu tanıyordum. Bir miktar uykulu, kırık bir gizem, hafifçe bir alay... Gözlerimi yukarıya doğru kaldırdığımda tünellerinin içine girdim. Gözleri yumuk yumuktu, kirpikleri telaşsız hareket ediyordu ve dudakları gülümsemeye meyilliydi. "Günaydın," dedim tatlı tatlı. Ona çaktırmadan kalemi arkama sakladım. "Yüzün pasparlak."

"Güneş yüzüme vuruyor."

Benim kalbimi alıp parmakları arasında sıkmıştı sanki. Kalp kaslarımın bu kadar şiddetle acımasına başka sebep bulamıyordum çünkü. Alt dudağımı dişleyerek genişçe gülümsediğimde, "Bir saniye," dedi tek kaşını kaldırırken. "Kızardın mı sen?"

OKYANUSTA BİR DAMLA |FİNAL OLDU|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin