14. Bölüm: "Kabile"

140K 7.7K 20.1K
                                    

Multimedya;

Ed Sheeran, Perfect.

Şu şarkının klibi hikayeyle neden bu kadar uyuşuyor? Tabii her aşaması değil ama izlediyseniz veya izleyecek olursanız neyden bahsettiğimi anlarsınız. Aslında Ed'den böyle bir klibi ben rica ettim ve bir Beyefendi gibi beni geri çevirmepsghsghhgssghj.

Sadece saçmalıyorum..

Biliyorum, baya uzun bir zamandır OKYANUSTA BİR DAMLA'ya bölüm atmıyorum, bunun mazeretini aşağıya bırakacağım. Sizi oyalamak istemiyorum, bölüme geçin ve gözlerinizi yormadan okuyun.

 Sizi oyalamak istemiyorum, bölüme geçin ve gözlerinizi yormadan okuyun

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

14. Bölüm: "Kabile."

Havva'nın bir sureti olan dudaklarıma, ağzında Âdem oğlu kanı taşıyan neşterin, paslı tadı vurulmuştu.

Dudaklarıma inecek olan dudaklara dek o pası taşıyacaktım sanki.

Mezar taşındaki ismini, ölürken bileğinden boşalttığı kanla yazan bir kadın görüyorum; pençelerin zihnime indirdiği sanrılar da. Mezar taşının yansımasında görüyorum bir başka kadını da... O kadın, o mezar taşına ismini veren bedenin ruhu. Bir başka Havva kızının ruhundan çaldığı elbisesinin etekleri sürünüyor taşa. Oysa biliyor ki, ruhlar elbise giymez. Ruhların elbisesi bedenlerdir. Bedenin elbisesi tendir.

Senin teninde kıyılan nikahım ben,

Bu nikah, bedenler ölmeden bozulamaz.

Olduğum durumu özetleyecek tüm kelimeler, organları sökülmüş bir ceset gibi yığılmıştı dudaklarımın bitişiğine. Anlayamıyor, anlamak için ihtiyacım olan zihnime ulaşamıyordum. Bir ağız dolusu soru vardı aklımda ama sormaya cüret edemiyordum, alacağım cevaplardan korkuyordum. Zira buradaki insanların aklımdaki soruları ne kadar tatmin edeceğini de bilmiyordum.

İlk soru şuydu; bu insanlar kimdi?

Hayır, hayır! İlk soru şuydu; biz neredeydik.

Tanrım, sana minnettarım. Bu kuyuya yalnız değil, onunla düştüğüm için.

Herkes tarafından istikrarlı bir dikkatle ve geniş tebessümlerle izleniyorduk. Buna sebep olanın ne olduğundan evvel bu insanların kim olduklarıyla ilgileniyordum. Eğer bu zindan veya adının ne olduğunu henüz bilmediğim bu yere düştüğüm ilk andan bu yana kadar geçen sürede bazı sorulara cevap getirebilseydim neden bizi bu kadar mutlu karşıladıklarına olan merakımı da gidermek isterdim. Lakin o kadar mantıksız şey vardı ki, buna bir mantık aramak saçmalıktı. Bunu anlamıştım.

Korkut Eflâh'ın bir şömine taşını andıran göğsündeydim.

Buraya düşeli en fazla üç dakika olmuştu. Hala karşımızdaki yabancılarla karşılıklı olarak birbirimize bakıyor, alamadığım nefeslerin gırtlağımda yaptığı büyük ölçülü zorlukla mücadele ediyordum. Göz bebeklerim çapının sınırlarını zorlayacak kadar büyümüş, dudaklarım ağzımdaki soruları kusmak ister gibi aralanmıştı ve sırtım onun göğsünden destek almıyor olsa çoktan bu izbe zemine düşmüştüm. Şakaklarımda fitillenerek zihnime tırmanan ağrının şiddetiyle yutkunurken, dudaklarım farkındalığım dışında hareketlendi. "Korkut Eflâh, bana bunun bir rüya olduğunu söyler misin?"

OKYANUSTA BİR DAMLA |FİNAL OLDU|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin