Oturduğum bankı devirerek ayağa kalktım. Etrafımdaki kızları ittim. Koşarak sınıfa çıkıyordum. Merdivenlerde çarptığım insanlara açıklama yapma gereği duymadan sınıfın kapısını sertçe açtım. Çantamı koyduğum sıradan aldım ve ders saatinin gelmesini umursamayarak okul sınırlarının dışına doğru yürüdüm.
Ne yaparsam sinirimin geçeceği konusunda hiçbir fikrim yoktu.
Otobüs durağına geldim. Beklemeye başladım. Bir yandan da dudaklarımı kemiriyordum. Tırnaklarımı yiyor ve ritimli haraketlerle ayağımı yere vuruyordum.
Saçlarım yapış yapıştı. Kıyafetlerim leş gibi olmuştu.
Otobüsün bile bana garezi vardı. Neredeyse kırk dakika olmasına rağmen henüz gelmemişti. Daha fazla beklemeyip eve yürüyerek gidecektim. Eğer ana yoldan gidersem eve varmam yaklaşık üç saat alırdı. En iyisi ormandan geçen yolu kullanmaktı. Hem ormanı görmek belki beni sakinleştirebilirdi.
Biraz yol aldıktan sonra ormana girdim. Buranın kokusu bile bana huzur veriyordu. Çünkü orman benim için çok özeldi. Mutlu anılarımın yüzde yetmişini burada yaşadıklarım oluşturuyordu.
Florida'ya ilk taşındığımızda annem ve babam kolileri açmaya başlarken ben çoktan eşyalarımı yerleştirmiştim. Sıkılıp biraz hava almak için dışarı çıktığımda ormanda kayboldum. Evi bulana kadar takatim kesilmişti. Fakat yalnız başıma geçirdiğim o saatler beni dinlendirmişti. Ormanda ilk gezintim böyle gerçekleşmişti. İlk gezintimdi ama son gezintim olmadı.
Hiç arkadaşım olmadığı için, Kelvin
bunu duysa epey üzülür, yani ondan başka arkadaşım olmadığı için,
sıkıldığım zamanlar da Kelvin'i alıp ormana giderim. Onunla uzun uzun konuşup okulda yaşadığım sıkıntıları anlatırım.Sonra Kelvin'le birlikte kuşlara, ağaçlara, nehirlere şarkı söylemeye başlarız. Onunla ilk olarak buraya taşındığımda tanıştım. Küçük beyaz bir kutunun içinde kargoyla gelmişti. Muhtemelen yanlış adrese gönderilmişti ama kimin gönderdiğini bilmiyordum. İçinde bir de not vardı.
"Benim en iyi arkadaşımdı. Umarım senin de en iyi arkadaşın olur."
Bu not hayatımı çok değiştirdi. Kutuyu kargoya geri gönderecektim. Ama arayan, soran ya da kapıya geri gelen olmayınca kemanı geri göndermemeye karar verdim.
O günden sonra kemanım Kelvin'den hiç ayrılmadım. Gerçekten o benim en yakın arkadaşım oldu.
Keşke şu an yanımda olsaydı. Yeni bir parça öğrenmiştim. Onu çalabilmeyi çok isterdim. Ne yazık ki yanımda değildi.
Bunları düşünürken ormanın ortalarına kadar gelmiştim. Taşların üzerine basa basa her zaman keman çaldığım göletin başında durdum.
Yaklaşık benim boylarımda olan yosun bağlamış kayaya tırmandım. Pek kolay olmadı. Kayanın üzerinde ayağa kalktım ve kollarımı açtım. Yüzümü gökyüzüne çevirdim. Bulutlara bakıp derin bir nefes aldım. Dudaklarımda hafif bir gülümseme belirdi.
Yanağıma düşen su damlasıyla birden irkildim. Sonra gözlerimi açtım. Gölete çarpan yağmur taneleri daireler bırakarak gözden kayboluyordu. Kayanın üzerinde dönerek kollarımı daha fazla açtım. Kendimi o kadar özgür hissediyordum ki sabah yaşadıklarımı sanki unutmuş gibiydim. Ağlamaya başladım. Göz yaşlarım yağmurla birleşerek yeryüzüne iniyordu.
Bağırarak bu dünyadan bıktığımı söylersem. Belki de bu kadar üzerime gelmeyi bırakabilirdi.
"Senden bıktım. Nefret ediyorum. Senin yüzünden yaşamak istemiyorum. Anlıyor musun? Ama üzülme. Sen kötü olsanda bunun önemi yok. Yine de senden vazgeçemem."
Dönmeyi bırakıp kayanın üzerine oturdum. Bacaklarımı sallayarak bir süre oturmaya devam ettim. Birden kahkahalara boğularak gülmeye başladım. Saçlarımdaki kahveler tamamen yağmur sularına karışmıştı. Neden güldüğümü bilmiyordum. Yine de kısa bir zaman için olsa da sinirimden kurtulduğuma mutluydum. Kendimi ittirerek kayadan aşağı indim.
Şimdi koşma vaktiydi. Yağmur iyice hızlanmıştı. Eğer hemen eve gitmezsem zatüre olabilirdim. Çamur haline gelmiş toprağa bata çıka ilerliyordum. Eteğim bacaklarıma yapışmıştı. Gömleğimin kollarından sular sızıyordu. Kahverengi uzun saçlarım koşmanın verdiği hareketle ve rüzgarın etkisiyle yüzüme çarpıyor zaten üşüyen tenimi donduruyordu.
"Bir gün içinde maraton koşucuları bile bu kadar çok koşmuyordur herhalde."
Kendi kendime söylenirken eve varmıştım. Titreyerek çantamı sırtımdan indirdim. Fermuarı açmaya çalışıyordum. Ellerim titrediği için uzun süre fermuarın yerini denk getiremedim. Sonunda anahtarı çıkarabilmiştim. Kapıyı da aynı zorlukları çekerek açtım.
Eve adımımı atar atmaz bacağımda bir sıcaklık hissettim. Çantamı kapının kenarına fırlatarak elimi bacağıma götürdüm. Muhtemelen ormanda koşarken bacağımı sıyırmış olmalıydım. Bağcıklarımı çözdüm. Çorabıma ve ayakkabıma kan dolmuştu. Acaba ne zamandan beri kanıyordu? Galiba hava soğuk olduğu ve yağmur yağdığı için fark etmemiştim.
Üzerimi koridorda çıkararak banyoya doğru ilerledim. Bir duş alsam iyi olacaktı. Kıyafetlerimi çamaşır odasına attıktan sonra banyonun kapısını açtım. Aynanın karşısına geçtim.
Zaten beyaz olan tenim soğuk yüzünden bembeyaz olmuştu. Küçük burnum ve parmak uçlarım morarmıştı. Hafif çekik gözlerim ağladığım için şişmiş. Biraz da kızarmıştı. Saçlarımsa yağmur ve kahveden sonra tanınmayacak haldeydi. Dolgun, pembe marşmelova benzeyen dudaklarım büzüşmüştü. Ama gözlerim hala aynı bakıyordu. Yaşama sevinciyle dolu ve derinden yaralı.
Yüzümde en sevdiğim yerin gözlerim olduğunu anladım. Çünkü bana ormanı hatırlatıyorlar. Yemyeşil ve huzur vericiler.
Aynaya bakmayı uzattığımı düşünürken musluğu çevirdim. Küvet dolmuştu. İçine köpük ekledim. Isınmaya ve dinlenmeye ihtiyacım vardı.
Küvete uzandım. Vücudumun her zerresi sıcak suyun etkisiyle uyumaya hazırlanıyordu. Gözlerim iyice ağırlaştı. Bir süre uyumak istiyordum. Yavaşça kapanan gözlerim ağlamanın verdiği yorgunluğu şimdiden atmaya başlamıştı bile.
Göz kapaklarımı araladığımda hava kararmıştı. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Fakat banyoya girdiğimde gündüzdü. Kaç saattir uyuyordum ben?
Duş alıp küveti boşalttım. Havlumu sararken aşağı kattan bir tıkırtı geldiğini duydum. Kapıyı açıp aşağı seslendim.
"Anne, baba siz mi geldiniz?"
Cevap gelmemişti. Herhalde benimle dalga geçiyorlardı. Peki, onlar değilse? Telefonum da çantamın içindeydi. Çantayı kapının kenarına attığımı hatırlayınca kendime lanet okudum.
Derin bir nefes alarak banyodan çıktım. Parmaklarımın ucuna basarak yürüyordum. Evimiz ahşap olduğu için her adımımda gıcırtılar çıkarıyordu.
Bütün ışıkların kapalı olması işleri daha da korkunç bir hale getirmişti. Kalbimin atışları dışarıdan duyulabilecek kadar keskindi.
Islak ayaklarım bastığım yerlerde izler bırakıyordu. Aşağı kata indiğim saniyeler benim için yıllar gibi geçmişti.
Titreyen sesimle korkumu bastırmaya çalışarak konuşmaya devam ettim.
"Kimsiniz?"
Evin ortasında bulunan açık salona geldiğimde koltukta oturan geniş omuzlu adamın gölgesini görmemle birlikte davul gibi atan kalbim durmanın eşiğine gelmişti.
Kaçmaya hazırlanıp arkamı döndüğümde bileğimi çeken kuvvet gitmeme engel oldu. Kolum çok acıyordu ama şu an da önemli olan bu değildi.
Tanrım! Şimdi ne yapacaktım ben?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİLİNMEYEN İZ
Vampireİkimizde yerdeydik. Gözleri gözlerime değdiğinde kalbimde tarifi zor bir acı hissettim. Dudakları hüzünle burkuldu. Tüm bedenim zangır zangır titriyordu. Lucas'ın gözünden damlayan göz yaşı yanağından burnuna süzülerek diğer yanağından yere damladı...