"MASKE"

694 96 10
                                    

Gözlerimi araladım. Yarı uyur yarı uyanık haldeydim. Sanki bir rüya görüyordum. Ama tam olarak rüya değildi. Hayal gibiydi.

Yıldızlar simsiyah gecenin karanlığını yok edecek kadar yakındı. Gökyüzüne çevirdiğim başımı indirdim. Nefes alır almaz ciğerlerime dolan  kahve kokusuyla gelen huzurun verdiği mutlulukla gözlerimi kapattım. Arkama döndüm. Burası bir evin terasıydı. Tanıdık geliyordu. Ama çıkaramıyordum. Kahve kokusunun geldiği tarafa ilerledim. Beyaz bir sehpanın üzerindeki kahve kupasını gördüm. Çok sıcak olmalıydı. Dumanı hala üzerindeydi. Onu almak için eğildiğimde yanındaki kırmızı gülü fark ettim.

Gülü elime aldım. Diğer elimle kahveyi kaldırıp bir yudum içtim. O kadar güzel bir duyguydu ki. Kahvemin tadına dalmışken bir sesle irkildim.

"Emma!"

Telaşlanınca elimdeki gül, kahve kupasıyla birlikte yere düşmüştü. Kupa yere çarpıp parçalandı. Sıcak kahve üzerime sıçramıştı. Ama tuhaf olarak acı hissetmiyordum. Anlam veremeden buğulu sesin geldiği tarafa döndüm.

Saçları alnına yayılmış.  Gözlerinin altı mor, soluk tenli, geniş omuzlu biri tam karşımda hareketsizce duruyordu. Birden esen rüzgarla saçları dalgalandı. Ama hala yüzünü görememiştim. Ona doğru yürümeye başladım.

Üşüyordum. Ama esen rüzgarla ilgili değildi. Heyecandan olmalıydı. Kalbim çıkacakmış gibi atıyordu. Tuhaf hissediyorum. Anlam veremiyordum. Bu kimdi? Neden beni bu kadar derinden etkilemişti.

Sürekli onu yakalamaya çalışıyordum. Ama yürüdükçe ondan uzaklaşıyordum sanki. Ona ulaşmak imkansız gibiydi. Rüzgar iyice şiddetlendi. Saçlarım uçuştu ve yüzümün önüne yayıldı. Etraftaki nesneler havalanmaya başladı. Ayakta durabilmek için büyük güç sarfediyordum.

Ona ulaşmak istiyordum ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. Başımı eğdim. Elimi kalbimin üzerine koydum. Belli belirsiz görüntüler arasında biraz önceki gencin gittiğini gördüm.

"Beni yalnız bırakma!" diye bağırdım. Sesim rüzgarın uğultusuna karışıyordu.

Bir an yürümeyi bıraktı. Sonra ilerlemeye devam edince umutsuzca yere eğildim. Başımı ellerimin arasına aldım. Ağlamaya  başladım.

Neden gitmişti? Oysa ki ona adını sorabilmeyi o kadar çok istemiştim. O beni fırtınayla baş başa bırakıp gidiyordu.

Bunları düşünürken yüzüme değen soğuk elle gözlerimi açtım. Göz yaşlarımı siliyordu. Mavi gözlerine bakmaktan başka hiçbir şey düşünemiyordum. Tanrım bu gözler kalbimde öyle bir sıcaklık hissettiriyordu ki istemsizce ona sarıldım. O da bana sarılmıştı. Rüzgar bir anlığına yavaşladı. Ona sarılınca sanki herşey düzelmişti.

Göz yaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. Başımı omzundan kaldırdım. Gözlerime bakarak ellerimden tuttu ve beni ayağa kaldırdı.

"Emma neden hala dönmüyorsun? Kalbim sensizliğe daha ne kadar dayanır?" dedi. Sesi kırgındı.

Gözlerinden yaşlar akıyordu. Ve onun gülün yüzü altındaki derin kederini gözyaşlarından anlayabiliyordum. Tereddüt etsem de elimi ona uzattım. Saçlarını alnınından yana doğru çektim. 

"Ben Emma değilim!" dedim. 

Sözlerimle bakışlarını bir hüzün kapladı. Hemen ardından rengi solmaya başladı.  Yavaş yavaş bütün vücudu bir bulut gibi soluyordu. Rüzgar tekrardan şiddetlendi. Elime bir bileklik sıkıştırdı. Hemen sonra gökyüzünde kayboldu.

BİLİNMEYEN İZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin