Hayat iki hece, beş harf, çoğu insan için kötü anı, acı ve keder anlamına gelse de yine de yaşamak benim için güzeldi.
Ölecek olursam tek pişmanlığım yaptıklarım değil yapamadıklarım olur.
Korkuyla titrerken cansız bedenimi, cenaze törenimi, mezarımı ve soğuk toprağın altındaki yalnızlığın nasıl olacağını düşündüm. Bu esnada şimşek çakmasına benzer bir ses duydum. Yavaşça gözlerimi araladım. Her yer bembeyazdı. Gözlerimi kamaştıran ışıkla beraber kalbimde hissettiğim huzur aynı filmlerde anlatılan ölüm gibiydi.
Zaman durmuştu. Sanki koca dünyada tek başımaydım.
Işığın içinden bana doğru gelen Andrew'i görünce henüz ölmediğimi anladım.
Derin bir nefes alıp doğruldum. Sırtımı dikleştirdim. Aciz görünmek istemiyordum.
Andrew bana neredeyse ulaşmışken Chris önüme atladı. Onun burada olduğunu unutmuştum.
Kurt formundaydı. Gözlerimi kapattığım zaman dönüşmüş olmalıydı. Ama biraz önce baygın olduğu için çok yorgun görünüyordu. Andrew'i kısa süre engellesede daha fazla dayanamayacaktı. Arka bacağına aldığı darbeden sonra düştüğü yerden kalkamadı. Parlak yelesi kanıyla kırmızıya boyanmıştı.
Andrew artık önündeki son engelide aştığı için işine devam etmekte kararlıydı. Bileklerimi tuttu. Beni mağaranın soğuk zeminine yasladı. Boynuma eğilirken Ethan'ın yumruğuyla yalpalanıp yere düştü.
Çok geçmeden düştüğü yerden kalktı. Ethan'dan daha güçlüydü. Onu omzundan yakalayıp yere yatırdı ve boynunu sıkmaya başladı. Ethan çırpınınıyordu. Kurtulmak için çabalıyordu. Ama Andrew acımasızca yumruklarını Ethan'ın suratına indirmeye devam etti.
Benim yüzümden Chris'de Ethan'da yaralanmıştı. Bu sefer beni korumaya güçleri yetmiyordu. Artık her şeyin sona ermesini istiyordum. Çığlık çığlığa Andrew'in Ethan'ı bırakması için yalvarıyordum. Kimse daha fazla acı çekmemeliydi.
Ne yapacağımı düşünürken ışık güçlendi. Mağaranın ortasında oluşan sonsuz boşluğun içinden devasa beyaz bir kurt çıktı. Üzerindeki siyah pelerinli kız onu yönlendiriyordu. Kızın elindeki gümüş bir kılıç vardı. İhtişamla parlıyordu. Tıpkı çocukken annemin bana anlattığı Gümüş Koruyucu efsanesindeki gibiydi. Gözlerimi kızdan alamıyordum. Melekleri andırıyordu.
Kılıcını Andrew'e doğrulttu. Yayılan ışık bir araya toplanıp tek ışın halini aldı. Şimşek sesini duyan herkes içeri gelmişti. Hepimiz neler olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Pelerinli kız kurdun üzerinden inip kılıcını Andrew'e sapladı. Şaşkınlıktan dona kaldım. Bodrumda gördüğüm kızın burada ne işi vardı ve neden beni korumaya çalışıyordu?
Kılıcındaki kanları pelerinine sildikten sonra kurdun sırtına binip baş parmağını havaya kaldırdı. Kurt yürürken arkasında pırıltılar bırakıyordu.
Gizemli bir şekilde gelmişti ve gizemli bir şekilde mağaradan çıkıp gitmişti. Nasıl geldiğini anlayamadığım gibi nasıl gittiğini de anlayamadım. Herkes şaşkınlıkla gümüşümsü beyaz kurdun arkasından baka kaldı. Işık çekilince ilk şoku üzerimden atar atmaz Jessica aklıma geldi.
Koşarak Jessica'nın yanına geldim. Zehirli oku kalbinen çıkardım. Kolumu ağzına yaklaştırdım. Halsizce gözlerini açtı. Zorlukla dişlerini tenime sapladı. Canım çok acıyordu. Ama bu kadar olaydan sonra acıyı umursamıyordum.
Jessica kanımı içtikçe kendine geliyordu. Yarası gözle görülebilir bir hızla iyileşiyordu.
Kendimi bitkin hissetmeye başladım. Üşüyordum. Midem bulanıyordu. Takatim kesilmişti. Sanki ruhum canımdan çekiliyordu. Ayaklarım ve ellerim buz kesmişti. Artık birinin Jessica'yı durdurması gerekiyordu. Titreyerek Jessicaya seslendim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİLİNMEYEN İZ
Vampireİkimizde yerdeydik. Gözleri gözlerime değdiğinde kalbimde tarifi zor bir acı hissettim. Dudakları hüzünle burkuldu. Tüm bedenim zangır zangır titriyordu. Lucas'ın gözünden damlayan göz yaşı yanağından burnuna süzülerek diğer yanağından yere damladı...