Zindana geleli muhtemelen bir kaç saat geçmişti. Zaman kavramımı yitirmek istemiyordum. Ama karanlıkta, hiç ışığın olmadığı bir yerde bu mümkün değildi. Yine de umudumu korumaya çalışıyordum. Çünkü burada bana yardım edebilecek kimse yoktu. Ancak kendim dirayetli olursam akıl sağlığımı koruyabilirdim.
Uzun süredir uzanıyordum. Sırtım ağrımıştı. Oturuma gelip başımı iki elimin arasına aldım.
Bunlar neden hep benim başıma geliyordu? Nerede hata yapmıştım? Bunları düşünmek beni daha çok yoruyordu. Kafamda dönen soruları başımdan savmayı denedim. Ama vücudumu saran titremeye engel olamadım.
Zindanın köşesine çekilerek oraya uzandım. Tek istediğim isteğim biraz uyuyup dinlenmekti. Bakışlarımı tavana çevirdim. Simsiyahtı. Duvarlardan örümcek ağları uzanıyordu.
Parmağımı havaya kaldırdım. Ethan ya da Chris yanımda olsalardı beni korurlardı. Yalnız başıma tamamen savunmasızdım.
Havaya kaldırdığım parmağımla boşluğa hayalen Ethan yazdım.
Aklıma Chris geldi. Acaba o iyi miydi? Bunları düşünürken üşüyordum. Hem de çok...
Yan tarafa döndüm. Dizlerimi kendime doğru topladım. Şaşkın, yorgun, bitik bir durumda yarının ne getireceğini bilmeden soğuk zeminin üzerinde gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başladı. Uykuya ihtiyacım vardı. Vücudumun her zerresi dinlenmeye hazırlanıyordu.
Uykunun derinliklerinde yol alırken kendimi bir uçurumun kenarında bulmuştum. Aşağıdaki siyah su hırçın dalgalarla çalkalanıyordu. Üzerimdeki beyaz, uzun, tüllü elbise rüzgarın etkisiyle uçuşuyordu.
Elimin içinde hissettiğim sızıyla uçurumun kenarından çekilip avucuma baktım. Tenim simsiyahtı. Canım acıyordu.
Çattığım kaşlarımı indirerek etrafıma baktım. Burası bildiğim hiç bir yere benzemiyordu. Bütün ağaçlar taşlar gri siyah tonlardaki renlere hakimdi.
Arkamdaki ormandan gelen seslerle irkildim. Yönümü döndüm. Bunlar yarasaydı. Kalp atışlarım hızlandı. Gerçekten çok korkuyordum. Gidecek bir yerim yoktu. Tek çıkış yolum uçurumdu.
Acaba atlamalı mıydım? Yoksa durup beklemeli miydim? Kendime bu soruları sorarken bir ses duydum. Ses hiç de yabancı değildi. Sesin geldiği yöne başımı çevirdim.
Bu Chris'ti. Siyah suyun içinde, dalgaların arasında debeleniyordu.
"Emma beni kurtar." diye bağırıyordu. Benden yardım istiyordu.
Tam suya atladığım sırada biri bileğimi tuttu. Dönüp baktığımda bu kişinin Ethan olduğunu anladım. Beni yukarı çekerken bir şeyler söylüyordu.
"Yapma Emma."
"Hayır Ethan. Chris'i ölüme terk edemem. Bırak beni!"
Boştaki elimle Ethan'ın bileğimi saran parmaklarını tek tek açıyordum. Düşmeme az kalmıştı. Durdum. Esen rüzgar saçlarımı dağıtıyordu. Uçuşan saçlarım yüzümü okşuyor Chris'i görmeme engel oluyordu.
Chris boğuluyordu. Ama ben ona yardım edemiyordum. Yalnızca onu seyretmekle yetiniyordum. Sanki hipnoz olmuştum. Bakıyor bakıyor ama hiç birşey yapamıyordum.
Kendimi ifade edemediğimde ve bir çare bulamadığım durumlarda sığındığım tek liman olan göz yaşlarıma teslim oldum. Yine ağlamaya başlamıştım. Gözyaşlarım elbiseme damlıyordu. Ama tuhaf olan bir şeyler vardı. Tanrım bu göz yaşları siyahtı. Her damlada elbisem biraz daha siyaha bulanıyordu.
Ethan'a döndüm. "Bırak beni! Chris ölüyor!"
Ethan sözlerimi dinlemeden beni yukarı çekiyordu. O esnada bize doğru uçan yarasalar maskeli insanlara dönüştü. Maskeliler gelip Ethan'ı tuttular. Kollarından kavradılar. Onu sürükleyerek benden uzaklaştırdılar. Bileğimi bırakmak zorunda kaldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİLİNMEYEN İZ
Vampirİkimizde yerdeydik. Gözleri gözlerime değdiğinde kalbimde tarifi zor bir acı hissettim. Dudakları hüzünle burkuldu. Tüm bedenim zangır zangır titriyordu. Lucas'ın gözünden damlayan göz yaşı yanağından burnuna süzülerek diğer yanağından yere damladı...