11.

944 56 44
                                    

🍷

Uyandım.

Dört gün.

Dört günde her şey eski rutinine geri dönmüştü. Sanki o, kendi içimde bir tabu haline dönmüştü. Düşünmeye bile iznim yoktu.

Yatakta yanıma dönüp komodinin üstündeki saate baktım. 10.32. Kalkıp duşa girdim. Hızlı bir duşun ardından külodumu ve tişörtümü giydim. Mutfağa gidip kendime hazır erişte hazırladım ve oturma odasına gittim. Televizyonu açıp karşısına oturdum ve dünyanın en güzel şeyini yiyormuşum gibi büyük bir iştahla mideme indirdim.

Her şey normaldi.

Eski Su Jin gibi yaşıyordum.

Üç gündür olduğu gibi dördüncü günde de kendime  bunları tekrarladım.

İyisin.

İyiyim.

Kumandayı alıp hemen arkamdaki koltuğa çıktım. Uzanıp kanallarda gezmeye başladım. Bir varyete show tekrarına denk geldiğimde durakladım. Bir idol grubu konuktu. Konuklar arasında bir isme takıldım. Onun tanıdığım en kaprisli insanlardan biri dediği kişiye. Fakat tıpkı Kore'nin geri kalanı gibi melek olduğunu düşünebilirdim.

Bunun için çok uzağa gitmeme bile gerek yoktu. Ji Won ilk çıkış yaptığı sıralarda bir tv programında bakir olduğunu söylediği günden bir önceki gece yan odamda bir barda tanıştığı bir erkekle düzüşüyordu.

İstemsizce sırıttım.

Kullanmadığı halde uyuşturucuya adı karıştığı için idol hayatının sona ermesini hep komik bulurdum.

Kapı açıldığında iyi insan lafının üstüne gelir diye düşünüp sırıtarak ayaklandım. Koridora çıkıp neşeyle konuşmak üzereyken sanki Titanik'in güvertesinde çarpmakta olduğumuz buz dağını görmüşüm gibi kalakaldım. Yine dileğim gerçekleşmemişti.

"Selam."

Şifreyi yine değiştirmedin değil mi Su Jin? Onu mu bekliyordun?

Gayriihtiyari bir adım geri gittim. Hayal görmeyi dilerdim. Ya da kabus. Daha tanımlayıcı olurdu.

"Ne işin var burada?"

"Seni merak ettim. Beni engelledin mi?"

"Evet."

"Neden?"

Kapıyı kapatıp montunu çıkardı. Portmantoya, beyaz montumun yanına -montumun kolu hala kirliydi, onu yıkamalıyım- astı. Siyah V yaka bir tişört ile siyah bir kot pantolon giyiyordu.

Tıpkı kendi evindeymiş gibi hareket ederek oturma odasına girdi ve benim biraz önce uzandığım koltuğun ortasına oturdu.

"Cevap bekliyorum."

"Seninle görüşmeye devam etmek istemiyorum."

"Su Jin. Neler olduğunu görmedin mi?"

"Görmedim."

"Görmedin?"

Dürüst olmaya karar verdim. Eğer dürüst olursam belki hayatımdan çıkması gerektiğini anlayabilirdi.

"Fotoğraflara bakmaya tahammül edemiyorum."

Kaşlarını çattı.

"Neden?" dedi. O sırada hala ayakta dikiliyor olduğumu fark ettim.

"Berbat hissettiriyor."

Ayağa kalktı. Bana doğru adım atıp tam önümde durdu. Kafamı kaldırıp gözlerine bakacak gücüm yoktu. Ayaklarıma bakmaya devam ettim. Bu başımdaki havlunun yere düşmesine neden oldu. Saçlarım yüzüme dağıldı. Saçlarımın arasından çeneme ulaşan işaret ve orta parmaklarını hissettiğimde gözlerimi kapattım. Kafamı yukarı kaldırdı. Saçlarımı geriye attı.

"Ne demek bu?" dedi, elini omzuma koyduğunda.

"O gece olan şeyleri hatırlamak berbat hissettiriyor."

Gözlerimi kaçırdım.

"Senin de istediğini sanıyordum. İtiraz etmedin."

"Ne istersen yapacağıma söz verdim."

"Su Jin," dedi, sitem eder gibi. "İstemediğin bir şey olduğunda yapmak zorunda olmadığını söyledim. İtiraz etmedin."

Derin bir nefes aldım. Omzumdaki elini itip ona baktım.

"Benim ne isteyip istemediğimin bir önemi var mı gerçekten. Tek ilgilendiğin kendi isteklerin."

"Öyle değil Su Jin. Öyle deği-..."

"Gerçekten mi? Çünkü ben gerçekten kullanılmış gibi hissediyorum. O gün evinden çıktığımda fahişe gibi hissettim."

"Su Jin."

"Ne? Söylediğin her şeyi yaptım çünkü yapmasam bile ikna etmenin bir yolunu bulacaktın. Ben bugüne kadar iç çamaşırı çekimi bile yapmadım. Sana söyledim. Ne istediğimi söyledim. Ama. Sen. Bunu. Kabul. Etmedin."

"Ettim."

Kahkaha attım.

"Ettin mi? Çekip gittin."

"De-..."

"Modumda değildim değil mi? Hayır. Sen modunda değildin. Çünkü tek istediğin kendi istediğin gibi bir çekim yapmaktı. BUNU YAPMAK İÇİN GERİ GELDİN OROSPU ÇOCUĞU!"

Gözlerini kapattı. Göğsü inip kalkıyordu. Çenesi öne çıkmış ve çene hatları kasılmıştı. Birden elleri boğazıma dolandı. Sıktı ama sertçe değil. Sadece orada kalmamı sağlamak için. Ellerim ellerine asıldı.

"Kes şunu Su Jin." diye tısladı.

"Ne yapacaksın? Ellerimden mi bağlayacaksın? YİNE kapıya mı dayayacaksın yoksa? Küv-..."

Devam edemedim. Bakışlarıyla karşılaştığımda kelimeler dudağıma mühürlendi. İçime korku salıyordu. Ne yapacağını kestiremiyor olmak, dediklerime nasıl bir tepki vereceğini bilemiyor olmak beni korkutuyordu.

Gözlerim dolmaya başladı. Hayır, hayır, hayır. Gözlerimi kapattım. Titremeye başlıyordum. Ellerim bileklerinin etrafına dolandı. Bu sırada boğazımı saran parmakları gevşedi. Temasını kaybetmeden enseme ilerledi. Biraz sonra dudaklarımda dudaklarını hissettim.

Geri çekilmek istedim.

Fakat çekilmedim. Kollarım boynuna dolandı. Parmaklarımı saçlarına geçirdim ve kendime çektim. Bu sefer ben onu beklemedim. Dilimi alt dudağında gezdirdim. Dudaklarını araladı. Ağzını keşfetmek için içeri süzüldüm. Vodka. Yine.

Bedenimi ona yasladım. Elimi sırtında gezdirip beline sarıldım. Kendini bana doğru itti. Elimi yeniden omzuna çıkardım. Sıradaki hareketimi bekliyordu. Ondan güç kucağına zıpladım. Parmakları beni orada tutmak ister gibi kalçama saplandı. Bacaklarımı kalçasına sardım.

Geri çekildim. Nefes nefese geri çekildim. Alnımı alnına dayadım. Gözlerine baktım.

"Neden sadece gitmiyorsun?" diye fısıldadım. Sadece gitmesi gerekiyordu. Çünkü lanet olsun ki ben onu bırakamıyordum.

"Gitmek istemiyorum. Sana ilk seferinde de söyledim. Sadece böyle kalmak istiyorum."

"Ben de." diye fısıldadım. Dudaklarım yeniden dudaklarına döndü. Bu ona verilen bir işaretmiş gibi koridora çıkıp yatak odama ilerledi. Karanlığın içinde yatağa çarpıp düşene kadar ilerledi.

"Uzan."

"Sen uzan."

İkiletmedi. Yatağın ortasına uzandı. Üstüne tırmandım. İç sesim istediğini elde etmek için yine beni kullandığını haykırıyordu. Dinlemedim. Bunu zaten biliyordum.

Önemsemedim.

🍷




Holic | Jae BumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin