Derya ve Turgut fotoğraf çekimi için lobiye, oradan da bahçeye doğru ilerlerken, Lale'nin biraz önce arkasında kaybolduğu kapıdan gözlerini alamadan aynı yerde kıpırdamadan duruyordu Batu. Dakikalardır ceplerinin içindeki ellerini sıkmaktan, tırnaklarının etrafındaki etleri yolmaktan, tenine batırdığı tırnakları sağ avuç içini; diğer cebinde parmaklarının arasında tutup sıktığı soğuk metal ise sol avuç içini kanatmıştı. Kesilen derisi ince ince sızlarken o başka bir şey yapmadan öylece duruyordu. Artık gerçekten dayanamıyordu. Bu neyin sınavıydı, onu kim sınıyordu bilmiyordu ama artık daha fazla dayanacak ne gücü kalmıştı ne sabrı. Bir kere Selçuk bir saat kadar önce paldır küldür odasına dalıp onu zorla uyandırdığı, hala hazırlanmaya başlamadığını görünce de Beril'i alıp odaya getirdiği ve ikisi bir olup başında dır dır dır konuşup kafasını ütüledikleri için zaten sinirliydi. Ne bu nişan ne de başka bir şey zerre kadar umrunda olmamasına rağmen Beril traş olması, sakallarını kesmeyecekse bile birbirine karışmış saç sakalını biraz düzeltmesi için ısrar edip durmuştu. Lobiden alıp getirdiği oksijenli suyla da yüzündeki ve ellerindeki yaraları yeniden temizlemiş, o derbeder halinden biraz olsun kurtulması için elinden geleni yapmıştı. Giyindikten sonra Selçuk'la beraber Turgut'un yanına lobiye inmişlerdi. Turgut deli gibi heyecanlıydı, onları görünce "Kardeşiniz nişanlanıyor sonunda oğlum!" Diye bağırarak boyunlarına sarılmıştı. Selçuk da bir an önce içmeye başlamanın derdindeydi. Batu ise ikisindeki ortak coşkunun binde birini bile hissetmiyordu. Aklı çok başka yerlerdeydi. İki yıl önce Melis ve Selçuk'un nişanlandığı gün geliyordu aklına. Lale'nin yine hiçbir açıklama yapmadan ondan kaçışı, telefonlarına çıkmayışı, sonunda akşama doğru onu otelde hazırlanırken bulduğunda Lena'yla beraber yanına gelmesi, bir gülümseyişine, iki göz süzüşüne kanıp bütün gün sebepsiz yere ondan kaçışını unutturmas, Başak'ı görünce kıskançlık krizine tutulup ona naz yapması ve aklına düştükçe canını yakan, burnunu sızım sızım sızlatan daha bir sürü şey.Fotoğrafçı yanlarına gelip Turgut'a artık çekime başlamaları gerektiğini hatırlatınca Turgut ayaklanmış, Derya'nın ve arkadaşlarının hazırlanması için ayrılan giriş katındaki odalara gidip Derya'ya haber vereceğini söylemişti. Bunu duyduğu anda nasıl olduğunu anlamadan kendini de ayaklanmış bulmuştu. Nedenini bilmiyordu. Daha doğrusu içten içe bilse de sorgulamak istemiyordu. Selçuk lobide oturup demlenmeye devam ederken o Derya'nın yüzünü bile görmek istememesine rağmen Turgut'un peşinden gitmişti. Kapısı aralık duran odalardan birinden onun sesinin geldiğini duyduğunda bir an için hareketsiz kaldı. Sonra parmaklarını kapatıp yumruk yaptığı ellerini hızla ceplerine soktu. Aklını olduğu gibi bedenini de kontrol edemiyordu artık. Şimdi onu gördüğü anda belini kavrayıp kendine çekmeyeceğinden, ona kemiklerini kıracak, hiç bırakmayacak gibi delice sarılmayacağından ve kendini kaybedip dün arabada yaptıklarından çok daha fazlasını yapmadan onu asla bırakmayacağından emin olamıyordu. İçinde kaybolduğu bu çelişkileri Lale'ye belli etmeye ise hiç niyeti yoktu. Zaten Lale'ye hiçbir şey belli etmemesi gerektiğini aklından geçirdiği anda kaskatı kesilmişti. Hissettiklerini göstermemek için kendini o kadar kasıyordu ki onu gördüğü anda ellerini ceplerine sokup olduğu yerde hiç kıpırdamadan hareketsiz kalmaktan başka bir şey yapamıyordu. Kendini bir anlığına bıraksa gidip Lale'nin üzerine atlayacağından korkuyordu! Buna engel olmak için yapabildiği tek şey de böyle hareket etmeden put gibi durmaktı işte. Başka bir çözüm bulamıyordu.
Ve işte her şey aynen tahmin ettiği gibi olmuştu. Lale Derya'nın arkasından o kapının eşiğinde belirdiğinde aklındaki her şey yine birbirine girmişti. Üzerinde öğleden sonra gördüğü beyaz mini etek ve lacivert bluz vardı, daha giyinmemişti. Ama yine nefes almayı bile unutturacak kadar güzeldi. Belirginleştirilmiş şık dalgalar halinde sol omzundan aşağı dökülen saçları, yanık tenini daha da göz önüne çıkaran makyajı ve yine çerçeveleyip olduğundan da belirgin haline getirdiği, ona yönelttiği anda eskiden olduğu gibi içini okuduğunu, ruhunun en kuytu derinliklerini gördüğünü hissettiği o iri masmavi gözleri... Ne yapsaydı şimdi? Nereye kaçsaydı? Kaçabilecek miydi ki? Başını çevirip, arkasını dönüp gidebilecek miydi yine? Bunu bir kez daha yapacak gücünün kalmadığını hissediyordu. Artık yapamayacaktı. Kendini ölesiye kasmaktan bedeninin her bir zerresi ayrı ayrı sızlıyordu. Ne kendini ne duygularını daha fazla kontrol edebileceğini zannetmiyordu. Ama tam kendini bırakacağı anda "Biz mutlu olamıyoruz!"la başlayan o lanet tiradı aklına geliyor, bir kenara bıraktığını zannettiği o yoğun öfkesinin bütün ihtişamıyla geri dönüp tüm bedenini kapladığını hissediyordu. Bu gelgitler arasında ne yapacağına karar veremeden öylece dikilirken Turgut'un o ukala güdük kuzeni çıkagelmiş, her zamanki o kendinden başka bir şey konuşulmasına tahammül edemeyen 'bakın ben tıp okudum' tavırlarıyla kafa ütülemeye başlamıştı. Her zamanki bildik ukalalığına devam etse iyiydi de. Deminden beri Lale'ye attığı bakışların zaten farkındaydı ama bir de ona dönerek "Merhaba." Diyerek gülümsediğini görünce kan beynine sıçradı. Ne yapacağını da bilemedi. Bir de Lale'ye elini uzattığını, Lale'nin de sırıta sırıta o güdüğün elini sıktığını görünce ceplerindeki ellerini deli gibi sıkmaya başladı. Yapışkan herif, kızın elini bir türlü bırakmıyordu! Lale'den taş çatlasa iki-üç santim uzun olan o güdük boyuna bakmadan kızın eline yapışmıştı! Maşallah Lale'nin de rahatsız olduğu yoktu zaten! Sonunda nasıl olduğunu anlamadan ağzından o sözcükler fırlayıvermişti işte. Turgut'la Derya'nın fotoğraf çekimi sikinde bile değilken birdenbire kendini onların çekime geç kaldığını söylerken bulmuş, o sözcükleri sarf eden sert çatallı sesi kendine bile yabancı gelmişti. Derya akıllısı bunu neden söylediğini anlamıştı büyük ihtimalle. Ama umrunda değildi. Onun ne düşüneceği gerçekten umrunda değildi. Tek istediği Turgut'la beraber o güdük Kaan'ı da alıp buradan siktir olup gitmeleriydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Limon Çiçekleriii
RomansaBirbirlerini hırpalayarak, asla olgunlaşamayan bir aşkla seven, canlarını yaka yaka yeşerip büyüyen bu aşkın beraberinde getirdiği engellerle boğuşurken hayatları baştan aşağı değişen iki insanın güneyin sıcağında geçen hikayesi.