İlk yemek.

12.1K 497 4
                                    

   "Bahset bakalım biraz kendinden."

   Dediğimde suratında küçük tatlı bir şaşkınlık oldu. Elini boynuna attıp okşadı.

    "Kendimden mi? Neden?"

   Çünkü seni daha çok tanımam lazım. Ne seversin, ne sevmesin, neye güler, neye ağlarsın.

   "Sohbet olsun diye, misafirlerimiz gelene kadar susup oturalım mı?" Tabi ki düşündüklerimi ona söylemedim. Zaten buraya da müşteri için gelmemiştik. Aslında ben bir yemeğe gidecektim Fırat'ın yerine, ama beni şirkete girdikten bir saat sonra arayıp iptal olduğunu söyledi.

   Bende bu fırsatı kaçırmak istemedim. Çünkü benimle yemeğe çık desem asla kabul etmezdi. Bu kadar tanıyordum ve daha fazlasına da hakkım var bence.

   "Çok anlatacağım bir şeyim yok. Devlet üniversitesinde okudum. İkinci bir dil öğren..."

   "Bunlar CV de var zaten. Ben bunları sormadım." İyice al al oldu yanakları.

    Ne yani bu kadar kolay mı utanmasını sağlamak?

    "Ne bilmek istiyorsunuz?"

    "Her şeyi." Deyiverdim bir anda.

    Aferin Pars. Neyse ki çok takılmadı sözlerime, güldü.

    "Peki... izmirliyim, orada doğdum. Tek çocuğum, izmirde küçük bahçe içinde bir evimiz var. Çocukluğum orda geçti, üniversiteye kadar oradaydım."

  "Bu güzellik oradan yani."

     Şaşırdı. Utandı. Eliyle boş bardağı kendine çekti.

    "Susadın mı?"

    "Evet biraz."

    Gördüğüm ilk garsona el edip gelmesini beklerken, gözlerimi ona çevirdim. Eli yine boynuna gitti. Gerilincemi yapıyor bunu?

    "Buyurun efendim."

    "Hanımefendi susadı."

    Garson kısa sürede suyu getirip ikimizin de bardağına doldurup gitti. Çorbanın birazdan geleceğini ekledi giderken. Benim acelem yoktu.

    "Sen hep bu kadar utangaç mısın?"

    "Yok, siz birden öyle deyince."

    "İzmirin neresi?" Konuyu biraz yumuşatabilirdim.

    "Seferihisar."

   "Tatil yeri, güzelmiş."

   "Evet, ama yazın turistlerden bize pek rahat olmuyor. Zaten annemler de ayvalıkta yazlık almaya karar verdiler." Güldü. Gamzeleri ortaya çıkınca çok daha güzel göründü. Sık sık güldürmek gerekiyor anlaşılan.

   "Niye güldün bu kadar?"

    "Yani, izmirde de yaşıyor olsa, her emeklinin hayali ya ayvalıkta yazlık. Ona."

    "Sakin bir yer, bende severim. Beni de davet edin bir gün."

   Garson çorbaları getirince bir şey diyemedi, zaten diyebileceğini de düşünmüyorum.

    "Afiyet olsun."

    "Size de."

   Çorbasından bir kaşık alıp dudaklarına götürmesini izledim. Açık kırmızı ruj sürmüştü. Çorbayı içince suratı buruştu.

    "Beğendin mi?" Deyip içmeye başladım çorbamdan.

   "Hı hı, güzelmiş."dedi.

   Kocaman yalan. Gülmeye çalışırken bile suratı değişikti. Bir kaşık daha almak zorunda kaldı. Üçüncü kaşığı ağzına götürecekken, uzanıp elini tuttum. Donup kaldı, tuttuğum elime bakarak. Kafasını kaldırıp yeşil gözleriyle baktı.

    "Yalan söylemeyi beceremiyorsun, Öğrenmen lazım." Dedim elimi çekmeden. "Balığa geçelim mi? Daha fazla maruz kalma çorbaya."

   Kaşığı bırakmak bahanesiyle elini çekti. Yine boynunu tuttu. "Olur. Tadı beklediğim gibi değilmiş."

   Balıklar, salata ve içeceklerimiz geldi. Hemen balığından bir lokma aldı. Bu kez buruşmadı suratı.

     "İçki içmez misin?"

     "Çok değil. Özel zamanlarda, ya da arkadaşlarımla çıktığın da bir iki kadeh."

    "Arkadaşların, çok arkadaşın var mı?"

    "Yakın olan iki tane, ama üniversiteden de ara sıra görüştüklerim var tabi."

    Çatalını bırakıp dirseklerini masaya koydu. Ellerini birleştirip çenesinin altına yerleştirdi. Tablo gibi bir görüntü oluştu. Kusursuz bir tablo.

    "Hep bana soruyorsunuz. Siz de anlatın madem."

   Demek sende beni Merak etmeye başladın. Güzel. Onunla aynı pozisyonu alıp gözlerine bakınca kaçırdı. Cesaret bu kadar demek ki.

   "Sen ne öğrenmek istiyorsun."

   "Ben..."

    Telefonumun mesaj sesi cümlesini yarıda kesti. Gelen mesaj Fırat'dandı. İptal olan yemeğe neden gittiğimi soruyordu. Kainat'tan müsade isteyip kalktım. Suratında anlamadığım bir değişim gördüm. Sohbetin bölünmesine alındı, anlaşılan.

   Telefon neredeyse çalmadan açıldı.

     "Abicim ben sana iptal oldu demedi mi? Neredesin sen?"

    "Kainat'ı yemeğe getirdim."

    Sessizlik. Nefes alış verişi. Yine sessizlik.

     "Ne halin varsa gör Pars. Yalnız dönünce odama gel. Önemli!"

   Telefonu kapatıp masaya döndüğüm de Kainat'ın suratından düşen bin parçaydı. Kollarını bağlamış denize bakıyordu.

      "Pardon, Fırat işle il..."

   "Sen benim aptal oldugumu mu sanıyorsun? Yemek iptal olduğu halde getirmişsin, beni buraya. Fırat beyin attığı mesajı gördüm."

ELMA ŞEKERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin