49.Bölüm

4.2K 202 53
                                    


Sıkıntıyla yerimde kımıldandım. Marangozdan geldiğimizden beri Kaya evde yoktu. Bir işi olduğunu söyleyip çıkmıştı ve ben de böyle tek başıma evde kalakalmıştım. Ne yapacağımı da bilmiyordum. Telefonumu elime alıp Akın'a yazmayı düşündüm. Fakat nasıl cümleye gireceğimi bilemediğimden vazgeçtim. O an kilit ekranındaki tarih çarptı gözüme 14 Şubat. Aslında bu tarz özel günleri hiç sevmezdim çünkü benim birine sevgimi ya da aşkımı ifade etmem için bir güne gerek yoktu ben istersem bundan bir ay sonra da hediye alabilirdim sırf içimden geldiği için. Fakat şimdi daha farklı oluyormuş, bu tarz günleri önemsemeyişimin sebebi o boşluğu bir başkasıyla dolduramayışımdan kaynaklıymış. Gülümsedim hafifçe sanırım sürpriz yapmak için ortalarda yoktu. Hal böyle olunca vakit daha bir yavaş ilerler oldu. Ayağa kalkıp salonun içinde bir aşağı bir yukarı volta atmaya başladım. Kollarımı kendime bağlayıp bir ileri bir geri gidiyordum fakat zaman bir türlü geçmiyordu. aynı Tarih dersi gibiydi şu andaki zaman dilimi. O da hiç geçmezdi. Derin bir nefes alıp cama doğru ilerledim. Sarı sokak lambasının aydınlattığı kadarıyla sokağı izlemeye başladım. Sokakta insanlar bir sağa bir sola yürüyor çok nadirde olsa araba geçiyordu. Hava soğuktu fakat her yer buraya yürüme mesafesinde olduğu için kimse araba kullanmıyordu sanırım. Ellerimi ensemde birleştirip boynumu sağa sola yatıracağım sırada onu gördüm. Sarı ve turuncu renklerinin birbirine karıştığı sokak lambasına doğru yürüyordu. Dudaklarında buradan görebildiğim kadarıyla belli belirsiz gülümseme vardı. Bakışlarını takip ettim. Karşıdan uzun boylu denebilecek bir kadın geliyordu. Onun yüzünde daha farklı bir gülümseme vardı. Bu gülümseme çok fazla özlem içeriyordu. Derin bir nefes almaya çalıştım ama aldığım nefes sanki iki kaburga kemiğimin arasında sıkışmıştı. Yutkundum. Hazır mıydım buna, birazdan olacakları görmeye ve onunla kurduğum tüm hayallerimin yerle yeksan oluşunu görmeye nasıl hazır olabilirdim ki? Birbirlerine bir kaç adım kaldığında başımı çevirdim. Yanağıma süzülen yaşla gülümsedim. Kollarımı kendime daha da sıkı sarıp başımı o yöne çevirdim. Onlara. Sanki midem ağzıma gelmişti. Birbirlerini öpüp sanki hiç ayrılmayacaklarmış gibi sarıldıklarında bir kaç adım attım geri. Güçlü durmaya çalışmaktan yorulmuştum. Ben artık yıkılmak istiyordum, biri gelsin beni teselli etsin. Biri gelsin bana her şey geçecek desin istiyordum ama olmuyordu. Hep güçlü durmaya mecbur bırakılmıştım. Orada o sokak lambasının altında duran adam kalbimi paramparça etmişti. Acıyla gülümsedim, çünkü buna verebilecek başka bir tepki yoktu. Düşünün, sevmişsiniz hem de bu genç yaşınızda ve her şeye rağmen. Kiminiz kimseniz yok tek varınız yoğunuz o. Sonra o da kapıyı çekip çıkıyor hayatınızdan hem de haber dahi vermeden. Saçlarımı çekiştirdim hafifçe, kendine gel diyerek. Vestiyerdeki montumu üzerime geçip yanaklarımdaki ıslaklığı sildim bir çırpıda. Kapıyı açıp hızlı adımlarla ilerledim. Onlara bakmadım bile. Bakarsam çünkü alev alacaktı burası. 

"Arden?" endişeli sesini duysam da cevap vermedim. Kulaklıklarımı takıp ilerlemeye devam edeceğim sırada kolumdan tutup çevirdi kendine. Ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Sana seslendim duymadın mı?" başımı iki yana salladım hızla, elimdeki kulaklığı gösterdim. "Nereye gidiyorsun bu saatte, hadi gel misafirimiz var hem." bakışlarımı geride bıraktığı kadına çevirdim. Orada duran kadın, çok güzeldi. Benim yüzümdeki çocuksuluğa inat o gerçek bir kadındı. Sinirlendim kendime bunun için bile. 

"Akın'la buluşacağım, sen ilgilen ben de katılırım size sonra." kaşları usulca çatılsa da bakışlarında anlamlandıramadığı bir şey vardı. Kolumu ondan kurtarıp ilerlemeye devam ettim. Akın'a gitmek istiyordum ama ayaklarım bağlıydı. Gidip ne  diyecektim, beni aldatıyor hem de gözümün içine baka baka evimize getire getire. Montumun kapüşonunu kapatıp kulaklıkları taktım kulağıma. Ellerimi cebime koyup yumruk yaptım. Peki ben bunca süre nasıl fark edememiştim, o kadar mı iyi oynamıştı rolünü? Yerdeki karlara tekme ata ata ilerlemeye devam ettim. Nereye gitmeyeceğimi biliyordum ama nereye gideceğime dair en ufak bir fikrim yoktu. Cebimdeki anahtarları çıkarıp avcumda sıktım. Nereye gideceğimi de biliyordum artık. En azından başımı sokacağım bir çatıydı benim için.  Caddenin köşesindeki büfeden sigara aldım. Aslında sigara içmezdim sadece çok ağlarsam, çok üzülürsem içerdim. Anne ve babamın ölüm yıldönümleri gibi. Ama bu gece içecektim çünkü izi geçmeyecek bir yara bırakmıştı bana geometrici. Taksiye binip adresi söyledikten sonra geri yaslandım. Işıklar eşliğinde ilerlerken gözlerim her seferinde doldu fakat ben geri ittim. İnsanların içinde ağlayamazdım, kendi başıma olduğum bir anda ağlamalıydım çünkü diğer türlü yediremiyordum kendime. Evin önüne geldiğimizde parayı uzatıp indim arabadan. Bir yanım o eve hiç girmek istemiyor bir yanım da girip içeride deli divane ağlamak istiyordu. Yüreğime çöken ağırlıkla nefes almayı denedim ama ne kadar olduysa artık. Sanki o yanımda olmayınca nefes bile alamıyordum, varım yoğum o gibiydi. Suya muhtaç olduğum kadar ona muhtaçtım sanki. İçeri girip kapıya yaslandım. İçerisi buz gibiydi ama içim yanıyordu, montumun cebinden sigara ve çakmağı alıp merdivene bıraktım. Salonun ortasına ilerleyip çöktüm olduğum yere. Sırtüstü yatıp gözlerimi kapadım. Onunla olan tüm hatıralarım gözümün önünden geçiyordu. Sanki tüm hatıralar buğulu bir camın ardına geçiyordu. Veda ediyordum ona. Dizlerimi kendime çekip yüzümü dizlerime gömdüm. 

GeometriciHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin