20. Bölüm

9.5K 335 55
                                    

Pencerenin kenarında oturmuş bahçeye bakıyordum. Tam bir hafta olmuştu. Onunla sözleneli koskoca bir hafta. Ve o bir hafta boyunca olduğu gibi bu günde okula bir saat önce gelmiş ve kafamı dinliyordum. Çünkü evde kalacak güce sahip değildim.

Dayanabilir miydim sevdiğim adama bir ömür öfkeyle bakmaya? Ya da affedebilir miydim onu? O gecelerce kalbimi avuçlarına alıp sıkarken ben onun uğruna kendimden vazgeçmeyi bile düşünmüşken yok sayabilir miydim vicdanımı?

Ayaktayım diyerek gülüyorsun ama kac gecende ağlamadan yatabildin?

Derin bir nefes alıp elimi çeneme yasladım.

Nasıl dayanacaktım aynı evin içinde ona yabancı olmaya? Yüreğim onun aşkıyla kavrulurken bir adım uzağında olupta bir kez bile sarılamadan güneş doğacak mıydı her gün?

Yine kendimi düşüncelerimin arasında boğarken başımı iki yana salladım. Ellerimle yüzümü ovuşturarak pencerenin önünden kalktım. Kantine inip kahve içmem gerekiyordu, kendime gelmek için gereken ilk adımlardan biri buydu. Merdivenleri inip okulun dışındaki kantine ilerledim. Aralık ayının soğuğu tenimi keserken montumu sınıfta bırakmış olmanın pişmanlığı yüzüme çarptı. Kollarımı kendime dolayıp kantine hızlı adımlarla girdim.

"Sinan abi bana her zamankinden verir misin?" Sinan abiye gülümseyerek kantinin en ucundaki masaya ilerledim. Yüzüme gelen saçları kulağımın arkasına sıkıştırarak ellerimi masanın üzerinde kenetledim. Sanki dilim buhar olup uçmuştu. Çok fazla konuşmak istemiyor sadece gerektiği kadar sözcük kullanmak istiyordum.

Önüme gelen kahve ile başımı kaldırıp Sinan abiye gülümsedim.

"Çok zayıflamışsın Arden, bi sıkıntın varsa abin olarak gör beni gel anlat çözelim birlikte." başımı usulca sallayıp fincanın kulpunu kavradım. Gözlerim doluyordu ve bu sessizlik uzadıkça her an ağlayacak gibi hissediyordum.

"Teşekkür ederim Sinan abi, ama bir şeyim yok gerçekten." tekrar gülümsedim. Ama bu seferki oyle normal bir gülümseme değildi. İçten içe bir kez daha sormasını emin misin demesini istiyordum. Çünkü bir kere daha sorarsa çözülecektim. Ama sormadı ben de çözülemedim. Başını sallayarak yerine dönerken fincanı iki elimle kavradım.

Nefes almaya bile gücüm kudretim kalmamıştı. Ruhtan farksız bir şekilde dolanıyordum etrafta. Ruhum alev almıştı ama kimse söndürmeye tenezzül bile etmemişti. Kül oluyordum ama küllerimden yeniden doğamıyordum.

Yanımda oluşan hareketlilikle gözlerimi bir kaç kez kırptım. Derin bir nefes alıp kahveyi dudaklarıma götürdüm. Sıcak olmasına rağmen kahvemden büyük bir yudum alıp başımı bahçeye çevirdim.

"Günaydın." kahveyi masaya bırakırken ona bakmamaya özen gösterdim. Ödüm kopuyordu, gözlerine bakarsam eğer orada olur da acı çektiğini görür affederim diye. İnsan hiç gözlerine dalıp dalıp gittiği sevdiğinin gözlerinden köşe bucak kaçar mıydı?

Fincanın kulpunu tutan elime değdi parmakları, benim şaşkınlıkla gözlerim açılırken bakışlarımı ona çevirdim.

"Yapma, yalvarırım yapma." sesim titriyordu artık. Elimi göğsüme doğru bastırdım. Sanki nefes aldıkça yok oluyordum. "İnsan sevdiğine kıyamazken, sen nasıl beni kendi ellerinle kendi ateşine atıyorsun?"

"Ben seni ateşten alıp cennete koyuyorum, sen görmüyorsun." gülümsedim hafifçe. Cennet diyerek bahsettiği yer kendisinin yanı değildi umarım. Aksi takdirde ya o ya da ben cennetin manasını bilmiyorduk.

"Anlat o zaman, anlat." gözümden süzülen yaş onun parmakları arasına düşerken elini havaya kaldırdı. Başımı geri çektim. Dokunsa alev alacaktı tenim. Okuldayken üstelik.

"Yapamam. Sadece iyiliğin için bunu bil yeter güzelim."kahve bardağını ileriye itip geriye doğru yaslandım.

"Vicdanın geceleri nasıl uyutuyor seni, ben acılar içinde kıvranırken? Ben her gece ağlamaktan yastığı ıslatırken sen başını nasıl kuru yastığa koyabiliyorsun?" kaşlarımı çattım usulca. "Senin beni sevdiğin falan yoktu geometrici, bir heves uğruna harcadın beni." yutkundum. Yapmam gereken kaçıp gitmek miydi? Her şeyi ardımda bırakmak ve yeni bir yerlerde hayat kurmak belki de en doğrusuydu. Sandalyeyi geriye doğru ittirip ayağa kalktım. "Tüm bunların benim iyiliğim için olduğunu söyleyemezsin."

"Söylerim," ayağa kalkarak sesini yükseltti daha sonra ne yaptığını anlayınca sonlara doğru sesi fısıltı şeklinde çıkmaya başlamıştı. "Sen avuçlarımdan kayıp giderken öylece izleyemezdim. Aşık olduğum kadının ellerinden tutamayacaksam, gözlerine bakamayacaksam eğer," gözlerini kırptı usulca. Kantinin içindeki onca insana aldırmadan elleri ellerime uzandı. Benim heyecandan buz tutan ellerim her zaman olduğu gibi bana çoktan ihanet etmişlerdi. Söylediği sözlerle ellerimi ellerinin arasına almış gözlerini gözlerime kenetlenmişti. "Bu gözlerin, bu ellerin bi önemi kalmaz ki Merih."

Ben ellerimi geri çekmeye çalıştıkça o daha sıkı kavramıştı. "Bir gören olucak yalvarırım bırak." başımı yana eğmiş bir halde ona bakıyordum ama o inatla bırakmıyordu.

"Gerçekleri duyduğunda, yine bana eskisi gibi bakacak gözlerin değil mi?" bir şey demedim. Gittikçe zayıf düşüyordum. Her şeye, herkese en çokta ona.

"İhaneti gören gözler, katiline bir daha sevgiyle bakar mı geometrici?" ellerimi usulca bırakırken, kantinde bize bakan gözleri yeni yeni görmeye başlıyordum. Kimisi çoktan arkadaşlarıyla dedikdu yapmaya başlamıştı. Elinde telefonu olupta fotoğraf yakalamaya çalışanlar da vardı. Sıkıntıyla nefes aldım. Elimde avucumda kalan tek şey okulumdu. Şimdi o da avuçlarından kayıyordu. Bu adam hayatıma girerken öyle büyük zelzeleler yaratmıştıki varımı yoğumu onun huzruna sermiştim.

Bir kaç adım uzaklaştım ondan. Başımı iki yana sallayarak dikkatli bir şekilde etrafa bakındım. Kantinin kapısına dogru ilerlerken içten içe onu yanımda istedim. Bana sarılıp her şeyin geçeceğini söylemesini öyle çok isterdim ki...

Kantindan çıkıp okul binasına doğru ilerlerken binanın önünde duran Ali Asya ve Akın'a baktım. Hiçbir şey söylemeksizin orada öylece duruyorlardı. Asya konuşmayı akıl edebilecek olmuş ki ağzını açtı.

"Onu severken geri durma. Ya aşkına sahip çık, ya da serbest bırak." yutkunup kollarımı göğsüme bağlayıp derin bir nefes aldım.

"Bilmiyorsunuz, bilmeden hissetmeden atıp tutuyorsunuz," derin bir nefes alarak başımı başka yöne çevirdim. "Ona bu kadar yakın olupta dokunamamak nasıl bir his biliyor musun? Sanki tenimden canlı canlı etimi koparıyorlar." başımı yerden kaldırıp dümdüz karşıya baktım. "Gerçi benim hissettiklerimin bi önemi kalmadı artık."

" Yapma böyle Arden. "yanlarından geçip müdürün odasına ilerleken Akın tuttu kollarımdan, bir kaç kez sarssa da işe yaramadı onun adına.
"Hani dedin ya ona bu kadar yakın olupta dokunamamak nasıl bir his biliyor musun? Diye, ben dört yıldır bunu yaşıyorum sense üç aydır his beslediğin adam için yanıp tutuşuyorsun." derin bir nefes alıp kollarımı bıraktı. Ona zarar veriyordum. Onu incitiyordum. Ve hayatında olduğum sürece bu hep böyle olacaktı."Vuslat nasıl bir şey bilmiyorsun. Çığın altında gibisin, kendi mezarını kendin mi hazırlıyorsun bilemiyorsun." çenesi titrerken bir adım geri attı. "Kurtuluşun yukarı doğru ilerlemek ama sen aşağı dogru ilerliyorsun, gittikçe dibe batıyorsun. Böyle bir şey vuslat." ona doğru bir adım attığım sırada eliyle durdurdu beni. "Hiç mi gururun yok senin Arden?" daha önce canımı bu denli acıtan bir cümle olmamıştı. Canımı acıtan belki de cümle değil bunu söyleyenin Akın oluşuydu. Bu sefer başımı iki yana salladım.

"İçimde ne yaşadığımı bilmeden bana haksızlık ediyorsun, peki senin hiç mi vicdanın yok Akın? " arkamı dönüp hızla merdivenleri çıkıp kendimi lavobaya attım.

Kendimle savaşırken ben bir de onlarla savaşmak öyle yoruyordu ki beni. Akın'ın neden bunu yaptığını anlayabiliyordum, aptal değildim. Derin bir nefes alıp suyu açtım. Buz gibi suyu yüzüme çarparken yanımda birinin duruşuyla başımı kaldırdım. Asya'ydı.

"Onu o kadar çok üzüyorsun ki tanıyamıyorum artık seni." şaşkınlıkla ona baktım. Bu düşmanlık niyeydi? Bu sözleri gerçekten hak ediyor muydum yoksa haksızlığa mı uğruyordum?

"Değiştim, çünkü değişmek zorunda bırakıldım." çenemden damlayan suyu elimin tersiyle silip tekrar ona döndüm. "Çünkü siz hiç parayla, zorla evlenmeye mecbur bırakılmadınız."

GeometriciHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin