Buz pateninden sonra yürümek biraz garip gelmişti. Sanki normal zeminde bile kayıyor gibi gitmem gerekiyordu. Bacaklarımın üzerine biraz daha ağırlık verip yürümeye çalışınca kısa zaman sonra alışmıştım normal bir zeminde yürümeye. Elimin arasındaki eline baktım usulca. Şu manzara o kadar güzeldi ki... Derin bir iç çekip yürümeye devam ettik. Seyir tarzı bir mekan vardı burada, Kaya öyle söylemişti. Tüm şehir ayaklarının altındaydı, görmedim ama yemek yemeye gittiğimiz için göreceğimi umuyordum.
Yemek yerine geldiğimizde üstü kapalı kenarları camla kaplı olan bir yerdi. Kış olduğu için üşütmüyor ve aynı anda manzaraya da bakabiliyordunuz. Köşedeki masaya ilerlerken gözümü manzaradan alamıyordum. Akşam oluyordu ve hava kararmaya başlamıştı. Sokak lambaları teker teker aydınlanırken şehrin üzerini bembeyaz bir çarşaf gibi kaplayan kar eşsiz bir görsel şölen sunuyordu. Ne zaman oturduğumu dahi bilmezken gözlerimi şehirden alamıyordum. Tüm kirini kapatmıştı. Ne kadar da güzel gözüküyordu bilmeyen ve kötülüklerini dahi görmeyenler için. Gülümsedim.
"Manzara çok güzel değil mi?" başımı salladım hafifçe. Bir yandan sokak lambaları bir yandan da hızını artıran kar taneleri ile saatlerce burada durup sıcak bir battaniye altında manzarayı seyredebilirdim. Başımı menüye çevirip bakışlarımı menüde gezdirdim. Canım en çok balık çekiyordu galiba. "Ne istiyorsun? "
"Kaşarı levrek." başını sallayıp elini kaldırdı. Garson yanımıza gelince de iki kaşarlı levrek söyledi. Ellerimi masanın üzerinde birleştirip tırnaklarımla oynamaya başladım.
"Bu hafta sınavlarınız başlıyor zaten ondan sonraki haftanın sonunda da ara tatiliniz gelmiş oluyor." başımı salladım usulca. "Biraz da olsa ders çalışman lazım, biliyorum şu sıkıntılar varken zor ama geleceğini düşünmek zorundasın Arden." önümdeki peçete ile oyalanmakla meşguldüm. Evet ders çalışmam gerektidiğini, sene sonunda bir sınava gireceğimi biliyordum fakat istediğim bölümü her türlü alabilecek bir insandım. Veteriner hekim olmak istiyordum ve nerede okuduğumun bir önemi yoktu. Şu zamana kadar insanlardan çok az yardım görmüştüm karşılıksız bir şekilde. Ama hayvanlar her iyiliği karşılıksız yapıyorlardı. Belki gün sonunda biraz sevgi ve ilgi istiyorlardı o kadar. İnsanlar gibi menfaatleri için yardım etmiyorlard,günü gelince yüzünüze vurmuyorlardı. Derin bir nefes aldım.
"Havada karada istediğim bölüme gireceğim. Önemli olan da bu, benim kendi istediğim bölümü kazanmam. Ben ilk yirmi bine de girsem iki yüz bine de girsem veteriner hekim olacağım." peçeteyi daha küçük parçalara ayırırken gözlerimi kırpıp gözlerine baktım.
" Neden bu kadar çok veteriner hekim olmak istiyorsun? " kaşlarını merakla çattı. O kaşlarını çattığında hafifçe gülümsedim. Gözlerinin kenarları kırışmıştı.
" Çünkü dili yok bu canlıların ve birilerinin onlara dil olması gerekiyor."
Balıkların gelişiyle arkama yaslanıp önüme konmasını bekledim. Evet harika, veteriner hekim muhabbeti yapıp balık yiyecek olmak da işin şovu olsa gerekti. Zaten kırmızı et yemiyorum, beyaz değil diye kendimi avutmak istedim.
Balık o kadar hoş kokuyordu ki bir kez daha derince içime çektim. Kaşarı çok güzel erimişti. Çatalımla balıktan balıktan bir parça alıp ağzıma attım. Kış ayında olmamıza rağmen çok güzel pişirmişlerdi. O da memnun olmuş bir ifadeyle başını salladı.
"Baya güzel yapmışlar balığı bu kadar olacağını düşünmemiştim." tabağındaki balıktan bir parça daha ağzına atıp yanındaki sudan bir yudum aldı. Başımı iki yana sallayıp hafifçe güldüm. "Neden güldün?" bardağını geri bırakırken başımı tabağımdan kaldırıp ona baktım."Yoksa beğenmedin mi?"
"Hayır, hayır aksine çok güzel." çatalımı tabağın kenarına bırakıp bırakamamak arasında kalıp ne yapacağımı bilmediğimden bıraktım. Nasıl söyleyecektim sürekli gözlerimin onun suratına dalıp dalıp gittiğini? Ben ne ara bu kadar vurulmuştum bu adama? " Sadece seni yemek yerken bu kadar yakından görmediğim aklıma geldi o kadar."
"Bu muydu yani?" hayal kırıklığına uğramış bir surat ifadesine büründü yüzü. Çatalımı tekrardan elime alıp balığıma devam edeceğim sırada o çatalını tekrar eline almak yerine kenarda duran peçeteye ağzını silince iştahım kaçmıştı. Çatalımı kenara bırakıp arkama yaslandım. Başımı da pencereden dışarı çevirip karanlık şehre baktım. Sadece yapay ışıklarla aydınlanmış olan şehir tüm gizemini karanlığına saklamış gibiydi. Kar da yağıyordu. Sanki karanlığın rengine inat masumiyeti ortaya sermek için lapa lapa yağıyordu. "Yemeğini bitirir misin Arden?" başımı pencereden ona çevirdim. Bakışlarım bir onun tabağında bir benim tabağımda geziniyordu.
"Doydum." başını aşağı yukarı sallayıp garsondan hesabı istedi. Montumu üzerime geçirip ellerimi cebime koydum. Cebimde titreyen telefonumu fark etmemle ayağa kalkıp masadan uzaklaştım. Akın'dı. Telefonu açıp kulağıma götürdüm. Önce Akın'ın konuşmasını bekledim. Uzun nefes alışverişlerin sonunda sesini duydum.
"Arden," gözlerimi kapayıp olduğum yerde yaylandım. Bir elim cebimde bir elim kulağıma götürdüğüm telefondaydı. Restorantın dışına çıkıp lapa lapa yağan karın altında gezindim olduğum yerde ama yine telefondaki sese cevap vermedim. "Arden, oradasın biliyorum. Duyuyorsun sesimi, önceleri duyuramadığım sesimi şimdi duyuyorsun." Gözlerimi yumup açtım.
"Akın, yapma yalvarırım. Kendine bunu yapma."derin bir nefes aldı. Onun nefes alışıyla ben de derin bir nefes soludum.
"Bana senden bir şey bırakmadın ki, ben de kendime dair bir şey kalmadı. Bütünüyle sen olmuşum da haberim yokmuş." cümlelerin sonunun yuvarlanmasından anladığım kadarıyla sarhoştu.
"İçmişsin, Akın sen alkolden nefret edersin. Niye yapıyorsun, benim için değmez ki Akın." saçlarım yağan karın altında ıslanırken tabanlarımın altında ezilen kar mıydı yoksa içim miydi emin bile değildim.
"Yarasın, kabuk tutmuyorsun. Kanıyorsun. Seni o adamın yanında gördükçe kabuk tutmaya başlayan yaram tekrar kanıyor." burnunu çekti. Ağlıyor muydu? Biliyordum yarın ayık kafayla beni aradığını görünce kendine çok kızacaktı, üstelik alkol almadığı için de belki de her şeyi yarım yamalak hatırlayacak ve içi içini yiyecekti. Gözümden düşen yaşla cebimdeki elimi çıkarıp yanağımı sildim. Ne diyeceğimi bilemediğimden telefonu kulağımdan çekip kapattım. Ne diyebilirdim ki? Sevme beni akın yapma bunu kendine mi? Çözüm bu muydu yani? Diğer yanağımın da ıslanmasıyla telefonu cebime koyup ellerimi yüzüme bastırdım. Bir kaç derin nefes alışın sonunda soğuktan beyazlaşan ellerimi yüzümden çekip arkamı döndüm. Kapının kenarında elleri kabanında öylece durmuş bana bakıyordu. Bana öyle bakınca içim ezildi. Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı yere eğdim. Hızlı birkaç adımda yanıma gelip çenemden tutup başımı kaldırdı.
"Ağlama, ağlamana dayanamıyorum." ıslak saçlarımdan tutup kendine bastırırken ellerimi sırtında birleştirdim.
"Benim suçum ne? Aklım alıyor ben ne yaptım da onların gözünde suçlu konumuna düştüm. Arkanda değil yanında olacağım diyen en yakın arkadaşım niye karşımda?" saçlarımı okşarken bir yandan da şakağımdan öpüyordu. Bu hareketi içimi titretirken burnumu çektim.
"Herkesi aynı anda mutlu edemezsin." yüzümü ellerinin arasına alıp göğsünden çekerken gülümsedi. Göz altlarımı silerken gülümsemesi daha sıcak bir boyuta ulaştı. "Makyajın akmış,"omuz silktim şu an en son düşüneceğim şey makyajımdı. "Ve inan bana tüm bedellere değersin." alnımdan öpünce içim yeniden filizlendi. Elimi ellerinin arasına alıp geldiğimiz yoldan geri dönmeye yeltendiğimiz sırada megafondan çıkan ses ile olduğumuz yerde durup sese odaklandık.
"Sayın misafirlerimiz, yoğun kar yağışından dolayı şehre inen yolumuz kapanmıştır ve sabah mesai saatleri içinde açılacaktır. Özür diler, mağdur olmamanız için elimizden geleni yapacağımızı bilmenizi isteriz." başımı yerden kaldırıp ona baktım. O da aynı şekilde bana bakıyordu. Ne yani? Onunla burada mahsur mu kalmıştım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geometrici
Teen FictionKaya ve Arden'in hikayesi. Bir öğretmen ve öğrenci hikayesi. Onlar imkansızın içinde imkanlar. olmayacak bir hayale tutunan iki hayat. Kaya, daha öğretmenliğinin ikinci yılında eğitim öğretim aşkıyla tutuşan bir geometri hocası. Arden ise klasik bir...