36.Bölüm

5.2K 248 20
                                    

Bu bir hafta içerisinde okula iki müfettiş gelmişti. İki müfettişte ben ve Kaya ile birebir konuşmuş ve olayın aslını öğrenmeye çalışmışlardı. İkimizde benzer şeyler söylemiştik. Komplo ve yalan bir haber olduğunu sadece birinin başımıza bela olmaya çalıştığını ve fotoğraflarla oynandığını  anlatmıştık. Müfettişler pek ikna olmuşa benzemese de gitmişlerdi. Elimi çeneme yaslayıp dersi anlatan geometriciye baktım. Dudaklarımı birbirine bastırırken kapının çalışıyla elimi çenemden çekip arkama yaslandım. Nöbetçi öğrenci sınıfa girip elindeki kağıttan numarayı okuyunca derin bir nefes aldım.

"292 numaralı öğrenciyi müdür bey çağırıyor." masadan destek alıp ayağa kalkarak kapıya ilerledim. İşte başlıyoruz. Sınıftan çıkınca ellerimi hırkamın cebine koydum. Bir kat alttaki müdürün odasına gidip kapının önünde durdum. Nöbetçi öğrenci yerine dönerken ben de kapıyı tıklatıp araladım. Müdür bey yerinde oturmuş ellerini masanın üzerinde birleştirmiş gözlüklerinin üzerinden bana bakıyordu. Odanın içine doğru ilerlemeden önce kapıyı kapatmıştım. Eliyle koltuğu işaret edince ben de ikiletmeden oturdum. Parmaklarımı birbirine kenetlerken dudağımı ısırdım. 

"İstediğin oldu. Okulumda seninle ilgili tek bir haber dahi duymak istemiyorum. Yarım dönem sonra mezun olup gidiyorsun. Çeneni kapalı tutacaksın." başımı müdüre çevirip aşağı yukarı salladım. 

"Teşekkürler. Merak etmeyin sırrı korursanız, sırrınızı korurum. İzninizle." başını sallayıp eliyle beni savuşturunca ayaklanıp müdürün odasından çıktım. Merdivenleri tırmanırken çalan zille koridor birden karıştı. Öğrencilerin gürültüsüyle dolan koridorda ilerleyip sınıfa ulaşacağım sırada sınıftan Akın ve Asya kol kola çıktı. Gözlerimi ağır ağır kırpıştırdım. Gülümsüyorlardı. Başkalarının mutsuzluğunun üzerine mum dikmiş ve o mumun erimesini beklerken mutluydular.

Ne olur affetme kızım. Otuz dokuz gün mutlu olup, kırkıncı günde kırk asırlık acıyla seni baş başa koyanı sana el olanı affetme. 

Derin bir nefes alıp bir adım atacağım sırada bu sefer kapıdan Ali çıktı. Gözlerinde endişeli bir bakış ve koridoru tarar bir vaziyetteydi. Gözleri beni bulunca sanki yüreğine su serpilmişcesine göğsü inip kalktı. Anlatmak istediğim buydu. Beni sevdiğini iddia eden eski bir arkadaş sonumu hazırlayabiliyorken bir diğer arkadaşımsa yıkılmamam için dağ oluyordu bana. Gülümsedim. Ali'ye bakarak kocaman gülümsedim. Sanki yıllar sonra babam o soğuk topraktan kalkmış ayaklanmış ve karşımda duruyormuş gibi gülümsedim. Ama sonra gözlerim doldu. Biliyorum sadece acı çeken ben değildim. Ama benim kaldırabildiğim acının boyutu buydu. Ali benim için hani olur ya kendini yalnız hissedersin en dipte, sanki ölecekmişsin gibi bir his olur. Sonra birinin bir sesiyle bir arayışıyla hayata yeniden bağlanmış olursun. İşte ben o durumdayken ölecekmiş gibi hissederken Ali sayesinde hayata yeniden bağlanmış oldum. Ali benim için buydu işte. Gözyaşlarımı geri itip Ali'nin yanına doğru ilerledim.

"Ne oldu?" başımı iki yana sallayıp kollarımı birbirine bağladım. 

"Hiçbir şey, olayın hallolduğunu haber vermek için çağırdı." biraz sesli konuşmuş olacağım ki bir kaç adım ilerideki Asya başını hafifçe bana çevirdi. Kaşlarımı kaldırıp ona baktım. Ne var dercesine fakat o bomboş bakıp önüne dönmekle yetindi.  Biz Ali ile sınıf kapısının yanında konuşurken ders zili çaldığından tekrar sınıfa döndük. En arka sıraya geçip başımı duvara yaslayarak dümdüz bir ifadeyle tahtaya baktım.  Bundan sonra böyleydi, el olan hep el olarak kalacaktı. Geri dönmek isteseler bile giderken tüm kapıları arkalarından kendileri kapatmışlardı. Üstelik dört yıldan uzun bir süredir arkadaşımlardı ve bir erkek gelip ikisini birden almıştı elimden. Ama pişman değilim. Çünkü bazen kötü şeylerin olması gerekir, gerçekleri görmek için.

Biyoloji dersiydi ve gerçekten o kadar anlamıyordum ki... Sıkıntıyla masaya koydum çenemi. Biyoloji defterimin sayfalarını karıştırıp boş bir sayfa bulup bir şeyler karalamak istiyordum. Sayfalar arasında gezinirken bir sayfa da gözüme takılan şeyle geriledim. Sayfanın tam ortasında dördümüzün olduğu bir fotoğraf vardı. Titrek bir nefes aldım. Fotoğrafı parmaklarımın arasına alıp elimde çevirdim.  Ali göz ucuyla bana ve fotoğrafa bakarken hafifçe gülümsedi. Biliyordum özlemişti dörtlü birlikte olmayı ama onunda vicdanı el vermiyordu biliyorum. Fotoğrafı defterin arasından çıkarıp defteri kapadım. Dört yıllık yaşantımız gözlerimin önünden geçip gitmişti birden. Çekildiğimiz onca fotoğraf, ledlerle duvarlara asmıştım anılarımızı. Dinlediğimiz saçma sapan ama birlikte deli gibi eğlendiğimiz zamanlar, her sabah Akın'ın bizim eve doğru yürüyüp beni aldıktan sonra okula geçmemiz, defalarca bizim evde yemek yerken çıkan arbedeler... Gözlerimi kapadım. Sokakları, fotoğrafları, caddeleri şarkıları zihnime kazıdım. Gözlerimi açıp onlara doğru döndüm. Arkalarına yaslanmış dersi dinliyorlardı.

"O fotoğrafı bir daha açmam, o şarkıyı bir daha dinlemem, o sokaktan bir daha geçmem, o masaya bir daha oturmam. Bilsem ki dermanım onlarda, yine de istemem." Fotoğrafı avucumun içinde buruşturup parmağımın ucuyla masanın ucuna doğru ittim. Hıncımı alamamış olacağımdan fotoğrafı tekrardan parmaklarımın arasına alıp yırttım.  

Ben aslında insanlara kin besleyemezdim. Yani eskiden. Ama en güvendiğin kırınca seni asla yapmam dediğin şeyleri bile yapar oluyormuşsun. Büyüyor insan kırıldıkça. Eskiden mesela çevremin kalabalık olması insanların etrafımda olması o kadar çok hoşuma giderdi ki. Sanki mutluluk çevremdeki insan sayısınca belirlenir gibi hissederdim. Meğer insan sayısınca değil insanların kendi benliği ile ölçülürmüş. Ama şimdi ne kadar az insan o kadar çok huzur. Diyorum ya kırıldıkça büyüyorum.  Ve kırılmak ayrı, küsmek ayrı. Ben komple sildim. Derin bir nefes aldım. Kollarımı birbirine bağlayıp arkama yaslanırken biyolojici gözlüğünün üzerinden bana bakıyordu. Başımı iki yana sallayıp derse odaklandım. Fakat aklım burada değildi. Soracaktı bana, Asya'nın neden böyle bir şey yaptığını soracaktı. Ne diyecektim sana aşık bu yüzden mi yapmış diyecektim? Hadi dedim, kızmayacak mıydı? Ona aşık olmasına değil böyle bir şeyi en yakın arkadaşlarından birine yapmasına aşırı kızacaktı biliyordum. 

Sıranın altından telefonumu çıkarıp Kaya'ya mesaj attım. 

Ben: Okuldan sonra yürüyelim mi, saatlerce? 

Geometrici: Bir sorun mu var? İyi misin?

Ben: Aslında birden fazla sorun var. Yeterince değil.


Telefonu geri bırakıp çalan zil ile çantamı toplamıştım. Masanın üzerindeki fotoğraf parçalarını da alıp çöpe atarak Ali ile sınıftan çıktım. Soğukta Ali benimle birlikte yürüyerek eve kadar gelmişti. Yol boyunca pekala da çok konuşmamıştık. Aslında bir iki cümle kurmuştu ama benim neşem yerimde olmadığından o da vazgeçmişti sonunda. Bir basamak merdivenden yukarı çıkıp Ali'ye döndüm.

"Teşekkür ederim, her şey için." yüzüne kocaman içimi ısıtan bir gülümseme kondurdu. 

"Rica ederim, şu ana kadar olan ve şu andan sonrakiler için." dediğini gülümseyip elimi cebimden çıkarıp el salladım. 

Evin kapısını tıklattığımda çok geçmeden açılmıştı. Botlarımı çıkarıp hemencecik içeri sıvıştım. Benim sanki bir şeyler dememi bekliyormuş gibi bir hali olduğundan montumu askıya asıp beremi çıkardıktan sonra kocaman sarıldım. 

Ona sarılınca sanki tüm sorunlar ortadan kalkıyordu. 

"Çok özledim seni." saçlarımın arasına gömmüştü yüzünü bu yüzden de boğuk çıkıyordu. Ben de deli gibi özlemiştim onu. Yanımdaydı, okulda, ama dokunamıyordum. Doya doya bakamıyordum bile. Başını geri çekip ellerimi ellerinin arasına aldı. "Üşümüşsün." 

"İyi geldi." gülümsedim. Salona doğru ilerleyip koltuğa çökünce başımı dizlerinin üzerine koyup dizlerimi kendime çektim. "O kadar safım ki ben, hiçbir şeyi fark edememişim." saçlarımı okşarken boştaki elini ellerimin arasına aldım. 

"Neyi?" başımı hafifçe çevirdim yüzünü daha iyi görebilmek için. Söze nereden nasıl girebileceğimi bile bilmiyordum. 

"Ben birinin umutlarını çaldım, onlar da benim hayatımı."

GeometriciHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin