'Sevgi' kelimesinde bile beş harf yan yanayken sadece iki kişi olan biz neden yan yana olamıyorduk?
Eve geldiğimde bedenim o kadar ağır hissettiriyordu ki kendimi direk yatağa attım. Sanki gün geçtikçe gücüm azalıyordu. Acaba kaç günüm kalmıştı? Biraz ürkütücü bir soru olduğunu fark edip bunu düşünmeyi bıraktım.
"Evet, söyle bakalım Aybüke; ne yapmalıyım? Ya da sen söyle kedicik." Uzun zamandır o kediyi de rüyamda görmemiştim. Ne yapmalıydım? Hazır bir cevabım olsa keşke. Ya da birisi bir dizi senaryosu gibi yapmam gerekenleri bir kağıtla önüme getirseydi. Ya da daha önceden oynadığım bir strateji oyunu olsaydı keşke. Kendimi ilk defa girdiğim bir labirentte çıkışı bulmaya çalışıyormuş gibi hissediyorum.
"Düşünelim o zaman bakalım." Ellerimle şakaklarımı bastırarak düşünmeye başladım. Youtuberlığı bırakmalıydım öncelikle. Ama hemen olmazdı. Birkaç video daha çekmeliyim. Kimseyi yine de yüz üstü bırakmak istemem. O sırada ondan önce TMA şirketi ile konuşup işten ayrılmak istediğimi ama ücretsiz olarak çocukların makyajını yapmak istediğimi söylemeliydim. Bir anda öylece ayrılmak imkansız olabilir. Sözleşme ihlali olur. Bu yüzden sanırım mecburen sağlık raporumu göstermeliyim. O sırada da Barış ile daha çok ilgilenmeli ve bunu söylemek biraz kulağa kötü geliyor ama onu kendime aşık etmeliydim. Çünkü aldığım son karara göre mutlu son Barış olmalı. Öyle umuyorum. Çünkü artık bu satrançta oynayabileceğim başka taşım kalmadı.
Söyleyince tüm bunlar nasıl da bu kadar kolay geliyordu kulağa. Umarım yapması da kolay olurdu. Sanki Rus ruleti gibiydi her şey. Yanlış tetikte her şey heba olurdu.
Düşüncelerimden beni telefonumun zil sesi çıkarmıştı. Ekrana baktığımda Atalay'ın beni aradığını gördüm. Bu saatte neden arıyordu ki? Umarım kötü bir şey yoktur.
"Alo?" dedim yorgun sesimle.
"Ne yapıyorsun?" sesi biraz garip geliyordu. O ara fark ettim ki Atalay ile telefonda hiç konuşmamıştım. İlk kez Atalay ile telefonda konuşuyordum. Ama yine de sesi sönük gibiydi. Her zaman canlı bir tonda konuşmazdı ama bu defa daha soluktu sesi.
"Oturuyorum. Sen ne yapıyorsun?" dedim uzandığım yataktan doğrularak. "Daha az önce beraberdik?"
"Şey... İyi misin? Bu akşam söylediklerini düşünüyordum ve şey. Sanki gidecek gibi konuştun. Bir sorun mu var?" O an gözlerimin dolup burnumun sızladığını hissettim. Birkaç derin nefes almaya çalıştım ama bu sorusu içimdeki acının gün yüzüne çıkmasına neden olmuştu. "Orada mısın?"
Çatlamış sesimi belli etmemek için "Hıhı" dedim sessizce. İyi değildim. Nasıl iyi olmalıydım, onu da bilmiyordum. Ve bunları nasıl söyleyecektim, bilmiyordum. Küçük bir 'hıhı'nın arkasına gizlediklerim çok fazlaydı.
"Ağlıyor musun?" Bu, kalbimi taşıran son cümleydi işte. Daha fazla dayanamadım ve tuttuğum ağlamamı bıraktım. "İyi misin? Geleyim mi? Bana anlatabilirsin. Senin arkadaşın olduğumu düşünüyordum."
Atalay'ın ilk defa duyduğum yumuşak tondaki sesi beni sakinleştirmek yerine daha çok ağlamama sebep oluyordu. "Çıkmazdayım." dedim sonunda hıçkırıklarımın arasından.
"Oraya gelmemi ister misin? Çocuklarla beraber."
Sanki görebilecekmiş gibi kafamı iki yana salladım. "Hayır. Buna gerek yok. Ben sadece..."
"Bana anlatabilirsin." Atalay'ın her zaman en yakın arkadaşım olmasını istemiştim. O parkta beraber pamuk şeker yediğimiz günden beri arkadaşlığını da hissedebiliyordum. Ama bunları anlatmalı mıydım? "Oraya geleceğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Senin SİHRİN Olacağım
FantasyTanrı'nın bana verdiği ikinci bir şanstı belki de. Bu ikinci şansı pişman olmadan değerlendirebilecek miyim? Kötü bir gecenin sonunda ne olabilir ki? Aybüke de sadece evine gidecekti ama kader onu evine değil başka bir evrene götürdü ve en büyük ha...