Son perdeye ulaşmadan önceki ilk adımlardı bunlar. Heyecan ve üzüntü bir arada.
İş yerinde işlerle ilgilenirken merakla Barış'ın gelmesini bekliyordum. Sabah mesaj da atmamıştı. İçim içimi yiyordu. Bilgisayardan üç boyutlu maketleri incelerken zihnimi odaklayamadığımı fark ettim. "Ne yapıyorum?" diye söylendim. Bir elimi titreyen bacağımın üzerine koydum. Öğle yemeğine yarım saat kala Barış mesaj attı; "Geldim."
Ofisimden çıkıp lobiye girdiğimde Barış ile patronun konuştuğunu gördüm. Yanlarına yaklaştığımda Barış kolumu tutup okşadı. "Biz de evden bahsediyorduk. Atalay'ın ve bizim evimizden."
Bizim evimiz. Gülümsememi bastırmaya çalıştım. Çünkü beni aramadığı için kızgındın. Yani, biraz. "Evlerin inşaatı bitti. Gerisi iç mimar ve sizin zevkinize kaldı. Yani Atalay ve senin zevkine." dedim 'sizin' derken saygı ifadesi kullanmadığımı belli etmek istemiştim.
Ev hakkında üçümüz sohbet ederken Barış birden konuyu değiştirdi. "Öğle molası zamanı geldi, değil mi? Aybüke'yi saatinden önce getiririm. Olur mu?"
"Hiç sorun olur mu? Elbette! Size afiyet olsun." Patronun bu cümlesinden sonra Barış, elimi tutup beni yürüttüğünde onu durdurdum.
"Montumu ve çantamı almaya ihtiyacım yok mu sence?" dedim gülerek. Gülüp özür dilerken ofise gidip eşyalarımı aldım. Döndüğümde Barış iki yana sallanıyordu. "Hadi gidelim." dedim uzattığı elini tutarken. Bir restorana girip oturduğumuzda Barış'a hemen sorularımı yönelttim. "Dün gece ne oldu? Ne gece ne de sabah aradın. Mesaj da atmadın. Sorun var mı?" Ben sorularımı sıralarken o sadece hayran hayran bakıyor gibiydi. Soruları bırakıp ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalıştım.
"Az önce iş hakkında konuşurken çok profesyoneldin. Sana bir kez daha hayran kaldım." Sözleri gururumu okşayıp beni gülümsetse de sorularımı hatırlayıp konuyu değiştirmemesini söyledim. O sırada yemekler gelmişti. "Senden saklamayacağım. Biraz sorunlar oldu. İş ve sözleşmemiz hakkında. Ancak hepsini hallettim. Dün gece biraz başım ağrıdığı için seni arayamadım. Sabah da yüzünü görmek istediğim için erkenden dans pratiği yapmakla meşguldüm. İşlerimi bitirip geldim."
"Sorun olmadığına eminsin, değil mi? Sizi kovmak, sözleşmenizi bitirmek ya da yenilememek gibi bir sorun olmaz, değil mi?"
Çatalını bırakıp iki eliyle boşta duran elimi tuttu. "Bize hiçbir şey yapamaz. Çünkü ufak bir zarar bile veremeyeceği kadar güçlüyüz. Şirket hisselerini halka arz ettiğinde yüklü miktarda çocuklarla birlikte satın aldık. Lüks bir hayat yaşamak yerine para biriktirmemizin sebebi buydu." Duraksadı ve başparmağı ile elimi okşayıp gülümsedi. Ardından konuşmaya devam etti. "Tüm bunlara sahip olmamı sağlayan sendin. Senin sayende buralara gelebildim. Teşekkür ederim."
"Benim sayemde mi? Nasıl yani?" diyerek lafını kestim.
"Seni imza gününde gördüğümde aşık olduğumu söylemiştim ya. O gün bana buna hakkım olmadığını ve birini sevebilmek için daha güçlü olmam gerektiğini söylediler. Bizi hırslandıran buydu."
Söyledikleri içimi ısıtmıştı. Madem ilk o aşık olmuştu da neden gelmemişti diye onu suçladığım cümleler aklıma geldi. Kendimden ve sevgimin içindeki bir damla kötülükten utandım. Sandığımın aksine korkak ya da umursamaz birisi değildi. O sadece güçlenmeye çalışan bir çocuktu.
"Özür dilerim." Sesim çatallaşmıştı. Gözlerimin dolduğunu da fark ettim. Şaşkınlıkla bana bakarken boştaki elini yüzüme götürüp yanağımı okşadı.
"Sorun ne? Seni üzecek bir şey mi dedim?" Böyle konuşması beni daha da pişmanlık havuzuna çekiyordu. Kafamı olumsuz anlamda iki yana salladım. "O zaman neden özür diliyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Senin SİHRİN Olacağım
FantasyTanrı'nın bana verdiği ikinci bir şanstı belki de. Bu ikinci şansı pişman olmadan değerlendirebilecek miyim? Kötü bir gecenin sonunda ne olabilir ki? Aybüke de sadece evine gidecekti ama kader onu evine değil başka bir evrene götürdü ve en büyük ha...