Gökyüzü bazen mavi bazen turuncu bazen de gri. Ama seninle tanıştığımdan beri benim gökyüzüm sensin.
"Bana bu defa güveniyor musun?" İkimiz de oturmuş ve çocuklardan gelecek aramayı bekliyorduk. Barış, beklediğimin aksine daha sakin görünüyordu. Ya da öyle görünmeye çalışıyordu. Çünkü arada dizini sallamaya başlayıp hemen kendinin durduruyordu.
Dizimin üzerindeki elini ellerimin arasına aldım ve üzerini parmaklarımla okşadım. Gözlerine bakarken gülümsemeye çalıştım ve kafamı olumlu anlamda salladım. Benim ne kadar gergin olduğumu fark ettiğine emindim. Ona güveniyordum. Boştaki elini kaldırdı ve yanağımı okşadı. Yutkunmaya çalıştım. Boğazım, stresten ve korkudan sürekli kuruyordu. "Ben bir su alayım." deyip ayağa kalktım ve cevap vermesini beklemeden mutfağa gittim. Cam şişeden suyu katarken ellerimin titrediğini fark ettim. O titreyen Barış'ın bacağı değil miydi yoksa?
Kendi kendime güldüm ve suyu içtikten sonra Barış için de bir bardak katıp içeriye gittim. Ben içeriye girdiğimde Barış da telefon görüşmesini sonlandırıyordu. "Çocuklardı." dedi.
İçime tekrar bir ağırlık binmişti. "Ne diyorlar?" dedim ona bardağı uzatırken. Suyu içtikten sonra bardağı kenara bıraktı ve parmak uçlarıyla kaşlarının ortasına bastırdı. Masaj yapıyor gibiydi. Merakla cevabını bekliyordum.
"Basın toplantısı hazırmış. Bizi bekliyorlar."
Bu kadar kısa konuşmadıklarına emindim. "Şirkettekiler ne demiş?"
Yanıma yaklaştı ve gülümsemeye çalışıp kollarını bana doladı. "Onların ne dediğinin önemi var mı?"
Ondan uzaklaştım ve kaşlarımı çattım. "Elbette var. Benim yüzümden kariyerine zarar vermen en son isteyeceğim şey olur. Müzik senin hayatın."
Bu defa yüzünde zorlanmadan bir gülümseme oluştu. "Hayır. Benim hayatım sensin." Söyledikleri kalbimi hızlandırırken ben de gülümsemeden edemedim. "Hadi gidelim ve aşkımızla hepsini dövelim."
"Çok cringeti." dedim gülerek.
Yol boyunca Barış, elimi bırakmamıştı. İkimiz de gergindik ve birbirimizden güç almaya çalışıyorduk. Yine de yol boyunca sessizdik. Basın toplantısında ne diyeceğine dair hiçbir fikrim yoktu.
Büyük şirket binasına geldiğimizde bir sürü kamera arabaya dayanmış arabanın içinde fotoğrafımızı çekmeye çalışıyorlardı. Elimle yüzümü kapatmam saçma olacaktı sanırım. Güvenlik görevlilerinin de yardımıyla sonunda binanın içine girebilmiştik. Eski binadaki gibi ceo odası en üst kattaydı. Asansöre bindiğimizde Barış, elimi bırakmıştı.
"Ben içeriye girip Turgut abiyle konuşacağım. Çocuklar da içeride büyük ihtimal. Sen beni dışarıda bekle. Sana kötü bir şey söylerse kendimi tutamayabilirim çünkü." İçimi endişe duygusu kaplamıştı tamamen.
"Öyle bir şey yapmak yok." dedim hızlıca lafını keserek.
"Tamam. Denerim." dedi gülümsemeye çalışarak. O sırada asansör açılmıştı. Asansörden indikten sonra birden alnıma öpücük kondurup geri çekildi. "Bu da şans öpücüğüydü." dedi gülerek. Ben de gülümsedim. "Ringe çıkmadan önce biraz ısınıp geliyorum. Çok da endişelenme benim için." Söyledikleri beni güldürmemişti. Daha da germişti. Ancak o, bunu fark etmeden çoktan Ceo yazan odaya girmişti.
Duvara yaslandım ve içerideki konuşmaları duyabilmek için duvara kulağımı yasladım. Kötü bir şey olması fikri bile beni korkutuyordu. Sözleşmesinin feshedilip kovulması, müzik kariyerinin bitmesi... Bu düşünceler işkence gibi beynimi kemiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Senin SİHRİN Olacağım
FantasyTanrı'nın bana verdiği ikinci bir şanstı belki de. Bu ikinci şansı pişman olmadan değerlendirebilecek miyim? Kötü bir gecenin sonunda ne olabilir ki? Aybüke de sadece evine gidecekti ama kader onu evine değil başka bir evrene götürdü ve en büyük ha...