SSO - 32

333 20 31
                                    

Farklı bir beden, farklı bir aşk mı? Acı verici de olsa yine de seni seveceğim.


Atalay'ın ağzından;----------------------------------------------------

"Ne aptal bir kalbin var." Onu güldürmek istiyordum. Veda etmeye hazır olmadığım için onu sürekli güldürmek istiyordum ama sanırım vedalar ansızın oluyordu her zaman. 

Bana cevap vermek yerine elimi tutan soğuk elleri birden kayıp gittiğinde daha iyi anladım vedaların zamansız olduğunu. Kayan elini diğer elimle alıp iki elimin arasında ovaladım. 

"Ellerin de buz gibi olmuş. Hiç dikkat etmiyorsun. Belki de bu yüzden hasta oldun." O an fark ettim; kabullenmek bazen kabullenememekten daha zordu. "Neyse. Bugünlük daha fazla dırdır etmeyeceğim sana. Şimdi uyu ve dinlen biraz. Kendi bedenine döndüğünde her şeyi unut. Unut ki bu aptal aşk acısını çekme. Yoksa çok üzülürsün. Bir de orada da hasta olma. Zaten sürekli yanlış adamları seçmişsin hayatında. Umarım biraz akıllanırsın." 

Elini nefesimle ısıtmaya çalıştım; son baharın serin akşamı onu daha fazla üşütmesin diye.

Ertesi Gün;----------------------------

Sevdiğim kadına ve yakın arkadaşıma birden veda etmiş ve onu son yolculuğuna tek başıma uğurlamıştım. Ağlamayacaktım. Çünkü aşık olduğum Aybüke ve arkadaşım olan Aybüke, ikisi de bunu istemezdi. Ancak elimde değildi. Ben hiç bir vedaya hazır değildim ki! Ne sevdiğim kadına ne de arkadaşıma! Buna nasıl dayanacaktım? Bu kalbim bu iki acıyı da nasıl kaldıracaktı? 

Mezarın başına oturup toprağını avuçladım. Ardından okşadım. "Özür dilerim. İkinizden de. Cesur olamadığım için affedin beni. Affedin beni."

Mezar başında ne kadar ağlayıp toprağını okşadığımı bilmiyorum. Ama artık ayrılmam ve dönmem gerektiğini biliyordum. Cebimden çıkardığım iki küçük şişeye topraktan doldurdum. Biri sevdiğim kadın, diğeri arkadaşımdı. Cebime tekrar koyduğum sırada Aybüke'nin Barış'a vermem için verdiği mektubu buldum. Bunun da sahibine ulaşması gerekiyordu. Aybüke'nin eşyalarını toplayıp valizini bagajıma koydum. Sevdiğim kadının günlüğü ise bende kalacaktı. Bu valizi ve mektubu Barış'a bırakmam en iyisiydi. Ne kadar o bunu hak etmese de.

Şehre dönüp yurda geldiğimde direk terasa çıkıp telefonla Barış'ı yukarıya çağırdım. Birkaç dakika sonra yukarı geldi. "İki gündür neredesin sen? Aramadın bile."

Daha fazla konuşmasına izin vermeden valizi önüne attım. Ona yaklaştım ve mektubu göğsüne vurarak ona verdim.

"Bunlar da ne?"

"Açıp kendin bak. Birilerinin sana bıraktığı son şeyler." dedim.

Mektubu açıp okumaya başladığında yüzünü incelemeye başladım. Haftalardır duvar gibi olan ve hiç duygu barındırmayan suratı ilk defa bir duygu ifadesi göstermişti. Gözleri doluyordu. 

"Aybüke..."

Cümlesini kestim öfkeyle. "Öldü. Senden saklıyordu. Üzülmemen için. Ama senin gibi bir korkağa değer miydi? Sanmıyorum. Umarım mut..."

Cümlemi tamamlayamadan dizlerinin üzerine çöküp çocuk gibi ağlamaya başladı. Şaşkınlıkla ona bakarken ne yapacağımı bilmiyordum. Madem üzülecekti neden onu terk etti?

Senin SİHRİN OlacağımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin