Arkadaşlık mı? Aşk mı? Neden her zaman bir tercih yapmak zorundayız ki?
Bilmediğimiz bu şehirde yakınlarda bir otelde odalarımızı tutmuştuk ve yine bilmediğimiz bu şehirde eğlenmek için bir restorana gelmiştik.
"Bu gece içebilir miyiz?" Metin, sanki annesinden abur cubur için izin isteyen küçük bir çocuk gibi sormuştu bu soruyu.
"Neden olmasın ki? Hem reşitsiniz hem de eğlenmeye gedik! Ama dozu aşmak yok." Deniz, Metin'i bir baba gibi uyarmıştı.
"Peki ben? Ben liderim ya hani." Barış, bugün bilerek mi komikti yoksa her zaman böyle miydi?
"Bugün abartma izni sadece Aybüke ve bende." Deniz, Barış'ı reddettikten sonra yemeğimizin yanına 6 bardak da bira söylediğinde sadece yan karakter gibi onları izliyordum. Onların yanında olduktan sonra yan karakter olmamın pek de önemi yoktu aslında.
"Benim dayanıklılığım çok iyidir. Bir şişe şarapla anca sarhoş olabilirim." dedim gülerek. Daha sonra ise bunu dediğime pişman oldum. Çünkü buraya gelmeden önceki son anlarım aklıma gelmişti. Sanırım Atalay da anlattıklarımı hatırlamış olacak ki yüzünü buruşturarak bana baktı. Yüzündeki olumsuz ifadeden daha fazlasıydı sanki. Acaba Barış'a da anlatmış mıydı? Bunu bir ara sorsam iyi olur.
"Bir bardak ile çılgınlar gibi sarhoş olursam pek şaşırmayın." Barış, sanki ortamı yumuşatmak istiyor gibiydi. "Birileri bugün beni sırtında taşımak zorunda kalabilir." Gülümsemesi neden bu kadar sevimliydi? Ah! Aşık olmak ne güzel şey. Ne diyorum ben? Kendine gel kızım!
"Abartma, o kadar da değilsin. Çakır oluyorsun sadece." Atalay, tüm anı bozmuş gibiydi. Barış, yüzüne asarak Atalay'a baktığında hepsi gülmeye başlamıştı. Neden güldüklerinden emin bile değildim ama üçüncü tekerlek olmamak için bende diğerleri gibi gülmeye başladım.
Yemeğimizi bitirip içeceklerimizi yudumlamaya devam ederken Barış ile Akın'ın çakır keyfi olduğunu görebiliyordum artık. Yüzü sarhoşken böyle oluyor demek ki. Hafif kırmızı oluyor ve sürekli gülümsüyor. Bu görüntüsünü aklıma kazımak istiyorum. Keşke ekran görüntüsü alabilsem. Onu ilk defa sürekli gülerken görüyorum. Arada hemen yanında oturan Deniz'e sataşıyordu. İçindeki küçük çocuğu saklıyordu sanki normalde.
Diğerleri, çıkış öncesi yurttaki yaşadığı komik anları anlatıp eğleniyorlardı. Ben de daha önce hiç bir fanın duymadığından emin olduğum bu tatlı hikayeleri dinliyordum bir yandan. Ama bir yandan da gözlerimi Barış'a çevirmeden duramıyordum. Onu, dünyanın en güzel heykeli olarak karşıma alıp uzun bir süre bıkmadan izleyebilirim. O zaman ruhum sanırım sanata doyabilirdi. O, tam bir sanat eseri.
Biramdan bir yudum daha alıp bardağımı koyduğum sırada yanaklarımı tutan iki sıcak el kafamı sağa doğru çevirdiğinde şaşkınlıktan dona kaldım. Gözleri, sarhoşluktan biraz kısılmış ve yüzü kırmızı ama sürekli gülümseyen Barış, yanaklarımı sıkı sıkı tutuyordu. Ben mi? Şu an yaşayıp yaşamadığımdan emin değildim. Kalbim buna dayanmayıp durmuş olabilir miydi?
Zaman şu an durabilir mi? Ela rengi gözleri, bana böyle gülümseyerek bu kadar yakınımdan bakarken nasıl başka birine aşık olmaya cüret edebilirdim ki?
"Bizim tatlı makyözümüz Aybükeeee! Amanın da amanın! Saçları nasıl da dağılmış şuna bak." Yanağımı tutan ellerini çekip saçımın ön kısımlarını parmakları ile düzeltmeye başladığında ne yapacağımı bilemeden öylece durdum. Kalbim deli gibi atıyordu. Ona bu kadar yakın olmak ve bana böyle bakarak dokunması...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Senin SİHRİN Olacağım
FantasyTanrı'nın bana verdiği ikinci bir şanstı belki de. Bu ikinci şansı pişman olmadan değerlendirebilecek miyim? Kötü bir gecenin sonunda ne olabilir ki? Aybüke de sadece evine gidecekti ama kader onu evine değil başka bir evrene götürdü ve en büyük ha...