Mutlu son belki de yoktu ya da biz yanlış tahmin etmiştik.
Bir... İki... Üç... Dört...
İçimden saymaya devam ettim. Nerede kaldığımı unuttukça tekrar baştan saymaya devam ettim. Ya buradan bir an önce yok olmak için ya da her şeyin bir kabus olup uyanmak için. Hiçbir şey değişmedi. Tekrar saydım. Tekrar. Tekrar.
Ellerim yumruk olup acıyan yüreğimin üstüne bastırdım. Kalbimin acısını dindiremeyecekti biliyorum ama başka bir şey yapamıyordum. Alamadığım, yarım kalan nefeslerim içimde batıyordu. Bağrıma vursam da geçmiyordu. Dökülen yaşlarımın ardı arkası yoktu sanki.
Zihnimde Barış'ın cümleleri dönüyordu. Zehirli bir oktu hepsi. Bu kadar kolay vaz mı geçiyordu? Bu kadar kolayca ezebiliyor muydu kalbimi?
Ne kadar vakit geçti bilmiyorum. Gökyüzü kararalı epey olmuştu sanki. Göz yaşlarım sanki gittikçe kuruyordu. Belki de mecalim kalmamıştı. Çünkü içimdeki ben hala hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Yumruklarını duvarlara vurup neden diye soruyordu. Bedenim ise ölüm uykusuna yatmaya hazır gibi.
Gözlerim, sonunda savaşı kazanıp kapandığında zihnimde ona katılıp uykuya bırakmıştı kendini. Sabah uyandığımda dünün bir kabus olduğundan hala umutlu bir şekilde elime telefonu alıp internet haberlerine baktım. Ancak hepsi yaşanmıştı. Bütün acılar gerçekti ama eminim geçecekti de.
Parmağım, duyduklarımdan emin olmak için basın toplantısının videosuna dokundu izlemek için. Buz gibi ifadesiyle her şeyi söylemişti. Başa sardım ve tekrar izledim. Tekrar izledim. Biraz umut için tekrar izledim. Hep aynı cümleyi duydukça daha çok ağlıyordum. Elimde değildi. Ağlamak çare değildi ama çarem de yoktu.
Yine aradan ne kadar saat geçti bilmiyorum. Saat, tepeden batıya doğru kaymaya başlamıştı yine. Ve ben kıvrıldığım yatakta kalmak bile istemiyordum. Neden şu anda kedicik ortaya çıkmıyordu? Başaramamıştım sonuçta. Neden bu sorunu da çözmüyordu?
Bu şekilde tam 1 hafta geçti. Evde sadece ruh gibi gezip bir yerlerde çöküp tekrar ağlıyordum. Gözlerim acıyordu ama elimde değildi. Barış, beni aramıyordu. Sadece bilmediğim numaralar röportaj için aramışlardır bir iki gün. Hepsini de bir umut belki Barış'tır diye açmıştım ancak değildi.
Artık anlamıştım. 1 hafta sonunda anlayabilmiştim. İdrak edebilmiştim iyiden. Artık geride bir şey kalmamıştı. Biz yoktuk artık. Ona ulaşmamın imkanı yoktu ya da yeniden bir araya gelmemizin. Neden hala dönse onu affedecekmiş gibi hissediyorum? Aptal mıyım yoksa fazla mı aşığım?
Salonun ortasında kıvrılmış yatarken gözlerim televizyonun arkasındaki fotoğraf çerçevesine takıldı. Bana bakan gözlerine baktım. Ardından buraya gelip aşkını itiraf ettiği geceyi hatırladım. Tatlı bir anı mıydı yoksa acı veren bir anı mı artık emin değildim. Ama acı çekmek istemiyordum.
Ve fark ettim. Evet, acı çekmek istemiyordum. Buradan gidip her şeyi arkamda bırakabilirdim. Ben Aybüke'ydim. Güçlü birisiydim. Asla bu kadar ezik olamazdım. Ben melek gibi birisi de değildim. Biri yüzünden sonsuza kadar acı çekemezdim. Sonuçta bir insandım ve en iyi ilaca sahiptim; zamana.
Aniden güç bulduğum parmaklarımla göz yaşlarımı sildim ve ayağa kalkıp çerçeveye yaklaştım. Barış'a bakarken aklıma tek cümle geliyordu. Sanırım ayrılık sonrası sendromunda üzüntüden sonraki öfke aşamasındaydım. Umurumda değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Senin SİHRİN Olacağım
FantasyTanrı'nın bana verdiği ikinci bir şanstı belki de. Bu ikinci şansı pişman olmadan değerlendirebilecek miyim? Kötü bir gecenin sonunda ne olabilir ki? Aybüke de sadece evine gidecekti ama kader onu evine değil başka bir evrene götürdü ve en büyük ha...