41. Bölüm • Özgür Arsal'ın Düşüşü

18.3K 1.5K 769
                                    

Merhabalaaar. Umarım herkes iyidir. Sınavlar yaklaştı, herkese başarılar diliyorum.

Bazılarınız biliyordur benim çalışmadığımı. Bu yüzden ağustosun başında bir sınava gireceğim ve çok üzerine düşme fırsatım olmadı. Sınava yaklaşık beş hafta var ve benim biraz sıkmam gerek. O yüzden bu süreçte kısacık bir ara vereceğim. Zaten bu yoğunlukta içime sinmeyen en fazla iki bölüm ekleyebileceğim ve bu hikayeye bunu yapmak istemiyorum çünkü çok severek, özen göstererek yazıyorum.

Bu arada sohbet odasında yayın yapacağım (vaktini önceden söyleyeceğim), bir soru cevap yapacağım, karakterlerin sosyal medya hesapları aktif olacak. Birbirimizi özlemeye vaktimiz olmadan dönerim. Sorunuz varsa twitter, instagram ve wattpad üzerinden ulaşabilirsiniz.

Aradan çekiliyorum şimdi, hepinizi öpüyorum.

Bölüm şarkısı: Inner- Myphilosophy

"Güzel, o benim sevdiğimdir.
Bunu o bile değiştiremez."
Özdemir Asaf


Eve girince salonda kaşlarını çatarak oturan Serkan'la göz göze geldiğimizde her şeyi anlatmam gerektiğini biliyordum. Kendi aşk hayatında sıkça tökezlese de benim için hep bir çözümü vardı. Sadeleştiriyordu.

Serkan bir sayı olsa kesinlikle iki olurdu. Bunu açıklamak zordu ama o ikiydi işte. Hem çift bir sayıydı hem asal. İstisnaydı, kolaylaştırıyordu. Varsa aklına gelir yoksa varlığını aratırdı. Bunu onu tanımayan ya da dışarıdan bakan birine açıklasam gülerlerdi, Serkan ise anlardı.

"Özgür'le kavga ettik," dedim, karşısında oturduktan sonra. Ağladığım için gözlerimin altına yapışkan sürülmüş gibi geliyordu. Yüzümü yıkamalıydım. "Kalbini kırdım."

"Oraya mı gittin?"

"Evet. Kızdı bana."

"Neden?"

Suratındaki ifade bir duvar gibi düzdü. Sanırım söylemek istedikleriyle ile duymayı bekledikleri arasında sıkışmıştı. Neyse ki önce beni dinlemeyi seçti.

"Sen davetiye deyince düğün davetiyesi sandım."

"Özge..." İç çekerken gözlerini kapatıp açtı. "Deli misin kızım sen, ayrıldı onlar."

"Biliyorum."

"Anlatacak mısın hepsini baştan?"

Kafamı sallayıp ayağa kalktım.

"Ben bir yüzümü yıkayıp geleceğim."

"Tamam, aç mısın?"

Yine kafamı salladığımda o da ayağa kalktı, birlikte salondan çıktık. O mutfakta şangırtılar çıkartırken ben aynada korkunç görünen yüzüme bakıp aptallığıma yanmakla meşguldüm. Şu an gözüme o kadar çirkin, çekilmez, suratsız geliyordum ki. Kalbim dışıma vurmuştu galiba. Bebek saçlarım elektriklenmiş, gözlerim şişmişti. Şişelerce içki içmişim gibi görünüyordum ama zihnim istemeyeceğim kadar berraktı.

Keşke yaptığım şey için birini suçlayabilseydim. Parmakla gösterecek kimse yoktu, her şeyi batıran bendim. Telefonla aradığımda bir dursam, sakinleşsem, gülen sesinden şüphelensem bambaşka bir yerde olurduk. Kendimi suçlayıp işkence etmek de yetmiyordu, sürekli öyle olsa, böyle olsa diye ihtimal hesaplıyordum.

Çoğu insan beynimin çalışma şekline iltifat ediyordu ama bana kalsa kendimde değiştireceğim ilk özellik bu olurdu. Keşke düz, mantıklı ve sakin olsaydı, toplu iğne ucuna bile tepki verecek hassasiyette bir zihnim olmamasını isterdim. Böylece sonu güzel biten ihtimalleri hesaplayacağıma onlardan birinde yaşıyor olurdum. Üstelik bunu değiştirmeye çalıştıkça karışıyor, allak bullak oluyordum.

Benim Adım EbruliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin