32. Bölüm • Ortanca Bahçesi

15.3K 1.5K 2.4K
                                    

Merhabalar. Bölüm bir buçuk saat gecikmeli geliyor çünkü kendimi durduramadım. Ama böyle gecikmelerde haber veriyorum, vermesem bile panik yapmaya gerek yok bence? Azıcık daha beklemenizi tavsiye ediyorum çünkü gün değişse mutlaka duyururum. Gecikiyorsa demektir ki bölüm düşündüğümden uzun olacak.

Bölümü hemen ekliyorum daha fazla bekletmemek için, henüz düzenlemedim yani bu yüzden hatalar için şimdiden özür dilerim. Yarına düzelmiş olur diye düşünüyorum. İyi geceler herkese <3

Bölüm şarkısı: Leyla Blue- What A Shame ama ben yazarken bolca Feridun Düzağaç'tan Cumartesi dinledim. Eğer isterseniz diye bunu da bırakayım...

"Bir gün karşılaşırız
Bir gün, bir yarım akşam."
Behçet Necatigil

Soyunma odasından çıkarken vedalaştığım iş arkadaşlarımın aksi yöne yürüdüm ve bir üst kata çıktım. Koridor sessizdi, refakatçiler ve bu gece nöbetçi olan personel hariç kimse kalmamıştı. Ben ise her vakit bulduğum anda yaptığım gibi dümdüz gidip solda, en uçtaki odanın kapısını tıklatacak ve içeri girecektim. Küçük arkadaşımın saate diktiği gözleri beni görünce heyecanla parlayacaktı Benimle birlikte sevdiği dizi hakkında ona yetişebildiğim kadarıyla sohbet etmeye bayılıyordu. Kapalı kaldığı bu kutuda onu mutlu eden tek şey buydu.

Ona ve dünya iyisi ailesine belli etmemeye çalışsam da bunun nereye gittiğini biliyordum. Yapay kalp destek cihazları için uygun değildi, çocuk bedeni işleri olması gerekenden daha da zorlaştırıyordu. Birileri ona yardım etsin, acısını dindirsin, yarına gözlerini açabilsin diye yapabildiği tek şey beklemekti. En kötüsü, o da bir şeylerin farkındaydı ve yorgundu. Yedi yaşında bir çocuk için çok fazla yük taşıyordu.

Arya'nın yaşaması için biri ölmeliydi. Onun bir şansı olması için kendininkine benzer bir çocuk kalbi atmayı bırakmalıydı. Bunu ummak da, tersi senaryoyu akla getirmek de kulağa korkunç geliyordu ama her olasılığa hazırdım. Her ne kadar saç rengi benimkinden birkaç ton açık olan bu küçük kız çocuğu bana çok alışmış olsa da, ben onunla yanlış olduğunu bile bile yakınlaşmış olsam da eğer olası senaryo gerçekleşirse bile üzüntümün belli bir sınırı geçmeyecek olması beni rahatlatıyordu. Başkalarının düşündüğü gibi kahrolmayacaktım. Evet, üzülecektim ama aynı gün kazayla bir şeylere gülecektim. Akşam yemeğini her zamanki kadar, lokmalar ağzımda büyümeden yiyecektim. Gece uykum kaçmayacaktı. Çünkü bir insan yalnızca bir kez dünyanın yok olmasını isteyecek kadar üzülürdü. Gerisi o depremin şiddetine ulaşması imkansız olan artçılardı.

Biliyordum çünkü yaşamıştım. Yalnızca oturduğum bina değil sanki var olan tüm evler üzerime yıkılmıştı. Her dakikayı bir saat, her saati bir yıl gibi hissettiğim o günü geçirmiştim. Aklımı yitirecektim. Delirmek, yok olmak, uyuyup bir daha uyanmamak istemiştim. Acıyı dindirecek bir şey için boşluğa yalvarmıştım, ne olursa... Yoktu. Ne yeryüzünden silinmek mümkündü, ne de yeryüzünün silinmesi... Evren, birini elinden aldığı, onu görmeni yasakladığı yetmiyor gibi bir de seni o şekilde yaşamaya zorluyordu. Sonra nefes aldığın her an uçan bir kuşun kanat sesiyle bile onu sana hatırlatıyor, yaranı delik deşik ediyordu. İçindeyken alışmanın imkansız olduğunu düşündüğüm acıdan sağ çıkabileceğime ihtimal vermemiştim ama yaşıyordum, sıramı salmıştım. Artık daha fazla üzülmem mümkün değildi. İnsana ölümü diletecek o acıyı yaşadıktan sonra geriye kendi ölümüm dahil korktuğum hiçbir şey kalmamıştı.

Yüzüme bir gülümseme kondurduktan sonra kapıyı çalıp içeri girdim. Beni gören Arya heyecanla içeri girmemi işaret etti. Başparmağımı sakladığım sağ elimi sakağıma değdirip "Merhaba!" dedim.

Benim Adım EbruliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin