11. Bölüm • Kalpteki Kaos

23.7K 1.7K 2.6K
                                    

Saat 3 ve gelmiş geçmiş en uzun bae bölümüyle karşınızdayım. Yanlış yazımlar, anlatım bozuklukları birkaç güne düzelmiş olur. Yorumlarınızı bekliyorum ve size öpücükler yolluyorum. Üniversiteyi kazanan arkadaşlara başarılar 💛

Bölüm şarkısı: Stay The Night - James Blunt (hep bölüme uyan şarkılar seçiyorum, harikayım.)




Yer seçmek için tribüne bakındım. İki sınıf da kendisine bir köşe seçmiş, iki uca kümelenmişti. Takımda olmayan erkekler en öne kurulmuş anlamsız tezahüratlarına başlamak için bekliyorlardı.

İki gruba da uzak olmak için tam ortalarında, yalnızca birkaç kişinin oturduğu yere geçtim. Maç D şubesiyleydi yani Merih sahada, Duygu da kenardaydı. Merih'le selamlaşma imkanım olmasa da Duygu, Sevim'den gizli el salladı. Zavallı kız, liseyi zebanisiyle okuyordu.

İyi haber, bu final maçıydı. Kötü haber, artık ders işlemeye başlayacaktık ve haftaya turnikeden sözlü vardı. Yani bu hafta turnikeyi tamamen çözüp, görünce Ahmet'in suratına renk getirecek seviyeye gelmem gerekiyordu.

Koç düdük çalıp dikkati kendi üzerine çekti ve yazı tura attı. Sanırım Serkan doğru tarafı bilmişti çünkü her maçta olduğu gibi bugün de sarı, fosforlu formayı seçti. Ama diğer maçların aksine bu kez top havaya atıldıktan sonra kapmaya çalışan Özgür'dü.

Özgür'ün tokatladığı top Serkan'a gitti. Serkan topu sürüp Yiğit'e attığında Özgür çoktan pota altında ona atılacak pası bekliyordu. Ama Yiğit topu ona atmak yerine kendisi kullandı ve gülünç bir basket kaçırdı.

Kasıtlı yapmış gibiydi. Yani tamam, belki değildi ama Özgür de bana katılıyor olmalı ki yanından geçerken dibine girdiği Yiğit'e sinirle baktı.

Birkaç basket ve bağırış çağırış sonrası aynı şey oldu. Serkan ve Özgür, Yiğit'e pas vermesine rağmen Yiğit nerede olursa olsun kendisi şut atıp başkasına pas vermekten kaçıyordu.

"Atsana bana!" diye bağırdı Özgür, kaçıncı olduğunu saymadığım bir basket daha kaçtığında. On beş sayı gerideydik ve neredeyse maçın ortasına gelmiştik. Ama Özgür'ün sözleri görünmez bir duvara çarpıp sekmiş gibi Yiğit tarafından hiç umursanmadı.

Motor becerileri çok hızlı gelişmiş beş  yaşında bir çocuk gibi davranan Yiğit'in acilen annesinin kucağına yollanıp büyütülmesi gerekiyordu. Neden küslüğü sahaya taşıyordu ki? Özgür yine sabırlıydı, ben olsam topu kafasına fırlatmıştım da müdürün odasının yolunu tutmuştum.

Takımlar ara verip kenara geldiğinde ortalarda olduğum için göremesem de Özgür'ün sesini çok net duyuyordum.

Bağırıyordu.

"Manyak mısın lan sen? Ne oluyor sana?"

Daha doğrusu kükrüyordu.

Ses tonu, bir pikabın iğnesinin plağın incelen yerlerinden geçerken çıkardığı o bozuk sese benziyordu. Yanındakilerin konuşmaları seçilmiyordu bile. Tribünde çıt çıkmıyordu. Kim derdi de Özgür birilerini korkutacak? Gerçi ben derdim çünkü sinirlendiğinde ne hale geldiğini VIP'den izlemiştim.

Koç ortamı sakinleştirmek için ne dediyse işe yaradı, Özgür'ün sesi bir daha duyulmadı ama mola bitip de oyuna döndüklerinde Yiğit yoktu. Yerine saçları daima kepekli olan çocuk oynuyordu.

Maçın ikinci yarısı daha sakin geçti ve tribünler eski haline döndü ama Özgür hiç mutlu görünmüyordu. İlk maçında hareket ettikçe etrafına peri tozu saçan sarışın çocuk yerine kaşları çatık, attığı basketleri kutlamayan biri gelmişti. Hâlâ iyi oynuyordu ama imkanı olsa salonda beş dakika durmayacağına adım kadar emindim.

Benim Adım EbruliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin