Bu kadar geçe kalmaz sanmıştım ama kaldı çünkü bazen öyle olur... Herkese öpücükler, pazartesi görüşürüz diye umuyorum ama bir değişiklik olursa haberdar ederim. Zaten size bir sürprizim var *wink wink* Düzeltemedim son kısımları ama biraz daha bekletirsem taşlı sopalı kavga çıkabilirdi hgfjdksl Öpüyorum hepinizi <3
(Self promo: Bir sonraki hikayemin tanıtımını attım, haberiniz olsun. *wink wink again*)
Bölüm şarkısı: Radiohead- Talk Show Host
"Ne yapalım
Bari bağışlayalım birbirimizi."
Turgut Uyar"Teşekkür ederim." dedim, Engin'in tepside getirdiği kâğıt bardağı alırken. İki saat daha dayanmam gerekiyordu ama dakikalar tam da bu noktada geçmek bilmezdi. Hastane kalabalığı, çocuk ağlamaları, herkesin aynı anda konuşmasından oluşan o uğultu... O uğultu bazen damlatan bir musluktan daha sinir bozucu oluyordu.
"Sabret hocam," Karşımda oturan mesai arkadaşım son kelimeyi alayla vurguladı. "Az kaldı."
Engin benden bir sene daha kıdemliydi. İş dışında görüşecek kadar yakın olmasak da cuma günleri belli olan nöbet listesi öncesi mutlaka anlaşırdık. Bebeği vardı, daha yeni bir yaşına girmişti. Eşinin ailesiyle özel günleri kaçırdığı konusunda fazla tersleşiyorlardı. En başta doktor bir damat fikri kulağa iyi gelmişti, ne düşündüklerini hayal edebiliyordum ama yaşarken o kadar kolay olmuyordu. Tanıştığım çok çok az insan bu bölümü seçtiği için pişman değildi, gerisi artık dönüş olmadığı için devam ediyordu.
Ben seviyordum. Önümüzdeki birkaç yıl burnumdan gelecekti, bazen çıkıp gitmek ve bir daha hastaneye dönmemek istiyordum ama yapmak da istiyordum. Sadece daha iyi şartlar isterdim, kim istemezdi ki? Ancak elimden gelen buydu. Annemi dinleyip Almanya'da, onun yanında kalıp okuyabilirdim ama o ülke bana hastalıklı geliyordu. Yalnızca kötü anılar, kasvet, hüzün... Orada nefesim daralıyordu.
"Ufaklık nasıl?"
Bebeklerin gelişim aşamaları birbirine benzer olduğundan merak ettiğim söylenemezdi. Zaten neler yapabildiğini az çok tahmin ediyordum. Çocuklarla çok iyi anlaşıyordum ama bebekler daha iki boyutlu geliyordu. Nasıl iletişim kuracağımı bilmiyordum, benim kafam için fazla analoglardı. Ama soruyordum çünkü Engin kızıyla ilgili konuşmaya bayılıyordu. Tahmin ettiğim gibi ufaklık lafını duyar duymaz çayını bıraktı, telefonunu eline alıp gözleri parlayarak muhtemelen yeni çektiği ve bana henüz göstermediği videoyu aramaya başladı.
"Özge şuna baksana," Sarkık yanaklarıyla ekrana bakarken Engin'in çıkardığı seslere kıkır kıkır gülen bebeğin görüntüsüne gülümsedim. "Bayılıyor ben böyle yapınca."
Taraf tutmak değildi, zaten objektif bir bakış açısıyla annelik daha katmanlı, tarif edilemez bir duyguydu ama babalarla kızlarını izlemeyi çok seviyordum. Engin ne zaman kızından bahsetse bu yorgunluğun, bıkkınlığın arasında benim de yüzüm gülüyordu, bu nedenle ne zaman nefeslensek küçük sorular soruyordum. Hatırlamak iyi geliyordu. Günden güne silinen, etkisi azalan hislerin ne yaparsam yapayım yerine gelmeyeceğini fark ettiğimden beri yerine benzerlerini koymaya başlamıştım.
Hafıza çok nankördü. Eskiden insanların hissettirdikleri unutulmaz yalanını gerçek sanıyordum, öyle olmuyordu. Her şey azar azar, zamanla şeffaflaşıyordu. Güzel hatırlıyordun, gülümsüyordun ama bir fotoğraf gibi yapaydı. Sanki zihnin sana iyilik yaptığını düşünerek hatırladıkça seni üzen her şeyi siliyordu. Bu iyilik değildi, kötü biri gibi hissetmeme neden oluyordu. Ben hatırlamak istiyordum. Üzüldüklerimi ve mutlu olduklarımı, babamla ilgili her detayı ilk anki canlılığıyla kendimde saklamak istiyordum. Her şey önce ufalanıyor sonra yok oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Benim Adım Ebruli
General FictionÜzüldüğünde gökkuşağından bir renk çalan kızın hikayesi.