Günaydın, iyi günler, iyi geceler! Size upuzun bir bölüm getirdim, umarım keyfinizi yerine getirir. Anlatım bozukluğu, kelime yanlışı varsa -ki vardır çünkü aylardır bu bölümü yazıyor gibi hissettiğimden gözümden kaçan olmuştur- sağlam kafayla düzelteceğim ama uyarılara açığım. Öpücükler!
Uyarı: Bu bölümün yazımında hiçbir kitap zarar görmemiştir.
Bölüm şarkısı: True Love - Pink
Cuma, İzmir
Valizimi kapının önüne bırakıp sırt çantamı da üzerine koydum. Bir şey unutup unutmadığımı kontrol ederken odaya son kez göz gezdirince içimde tuhaf bir his belirdi. Ailem, odam, tüylü arkadaşlarımın olduğu, hayatımın çoğunluğunu kaplayan yere giderken yalnızca okul hayatımı temsil eden bu odayı terk etmek hiç heyecan verici gelmiyordu. Oysa başka şeyler hayal etmiştim. Buradan nefret edecektim, eve dönmek için türlü dolaplar çevirecektim ve anneme yaptığım duygu sömürüleriyle pes etmesini sağlayacaktım. Tüm planlarım beklenmedik hislerle dibi boylamıştı. Buradan nefret etmiyordum. Buradan nefret etmemekten bile nefret etmiyordum.
Yatağın üzerinde katlı şekilde duran mavi tişörtü de sırt çantamın en üstüne koyduğumda odadan çıkıp gitmeye hazırdım. Eğer tişörtün sahibini görürsem ona verecektim, göremezsem de tişört benimle iki günlük bir geziye çıkacaktı. Yarım saat içinde yani teyzem ve oğlu beni terminale bırakmak için gelene kadar muhtemelen Özgür'ü bulamazdım.
Ne büyük şanssızlık...
Çantamı omzuma takıp telefonumun ve kulaklığımın montumun cebinde olduğuna emin olduktan sonra odadan çıktım. Kapıyı kilitleme sesim koridordaki neşeli kalabalığa karışıp yok oldu. Herkes sınavların bitişini kutluyordu ve bina, bir haftadır hiç olmadığı kadar gürültülüydü.
Benden birkaç kez aseton isteyen kahverengi saçlı, minyon kız heyecanla önüme çıkıp valizimi işaret etti.
"Tatile mi gidiyorsun?"
"Hayır, eve."
"Sen buralı değil misin?" Kafamı iki yana sallayınca gülümseyip elini omzuma koydu. "İyi yolculuklar."
"Teşekkürler."
El sallayınca zaten önümde duran birine el sallamanın ne kadar aptalca olduğunu o saniye içinde fark ettim ama geri dönmek için çok geçti. Neyse ki önümüzdeki iki gün, babamdan hızlandırılmış, insanlarla garipleşmeden nasıl selamlaşılır dersi almak için yeterli bir süreydi.
Merdivenlere sürtünmekten zarar gördüğüne emin olduğum tekerleklerin çıkardığı sese uygun adım atmaya çalışırken okuldan çıkan insan seline becerebilsem ıslık çalardım. Kızların hepsi okulun hafta içi onları mahkum bıraktığı makyajlarına kavuşmuş ve güzel kıyafetlerini üzerine geçirmiş dışarı çıkarken erkekler de... banyo yapmıştı.
Suratımı buruşturdum.
Dışarı çıkan kalabalığın aksi yönde biri içeri girdi. Elleri cebinde, başı öne eğik olduğu için yüzü değil yalnızca sweatshirtünün kafasına geçirdiği kapüşonu görünüyordu. Sanki cüssesi yok olmasına izin verecekmiş gibi omuzlarını, cebine soktuğu elleri sayesinde öne eğmişti, bir hayalet gibi insanların arasından sıyrılmaya çalışıyordu.
İçeri girdiğinde rahatlayarak kafasını kaldırdı. Saçlarının önleri terden nemlenmişti, galiba koşudan geliyordu. Kapüşonunu nefeslenerek kafasından çıkartıp saçlarının önünü düzeltti ve bu tam olarak beni gördüğü ana denk geliyordu çünkü saçları arasındaki sol eli duraksadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Benim Adım Ebruli
General FictionÜzüldüğünde gökkuşağından bir renk çalan kızın hikayesi.