Merhabalar! Birinci kısım bitene kadar (yani bir aksilik olmazsa iki bölüm içinde) yeni bölüm günümüz pazartesi. Eğer idare edebilirsem sonra da bu şekilde devam edebiliriz ama bir bakmam gerek. Bölümün içinden çıkamazsam ve sarkma olursa zaten söylerim. Şimdiden anlayışınız için teşekkürler. (Bakın bakın nasıl veriyorum mesajı inceden.)
Onun dışında söyleyecek çok bir şeyim yok. Haftaya görüşmek üzere, hepinizle dirsek tokuşturuyorum. Kar kıyamet geldi, sıkı giyinin. 💛
Bölüm şarkısı: Wrabel-The Village
27.
Özgür'ün başımı yasladığım göğsünün kalkıp inmesine aldırmadan bacakları arasında uzanıp aynı pozisyonda kalmaya devam ettim. Havanın serinliği üzerimdeki gri sweatshirt ile dengeleniyordu. Vanilya kokulu krepler ve reçelle yaptığımız kahvaltı sonrası salondaki koltuğa geçmiştik. Yanımıza çektiğimiz sehpaya yığdığımız abur cuburların hiçbirine dokunacak vaktimiz olmamıştı çünkü düzeltilmesi gereken şeyler vardı.
Günçiçek Arsal'ın minik kitaplığının beni yanıltmaması sevindiriciydi. Kapağında turuncu iki siluetin birbirine baktığı kitabı görünce mutlu olmuştum çünkü biliyordum! Elbette bu kitabı henüz film olmadan okumuştu ve o da benim gibi kitap kapaklarına filmden sahne koyulmasından hoşlanmıyordu. Eğer unutmazsam ve utanmazsam evlerine ilk gidişimde fikrini soracaktım.
"Otuz sekizinde bir şarkı ya da bir kitabın hayatını değiştirmesini beklemek gülünçtü. Hayır, her şey sakinleşip durulmuştu ve hayat, genel anlamda huzur, memnuniyet ve alışkanlık uğultusundan bir fon önünde yaşanmaya devam ediyordu. Sinirleri oynatan iniş çıkışlardan eser yoktu artık. Arkadaşları artık beş, on, yirmi yıllık arkadaşlarıydı. Garip bir biçimde ne daha zengin ne de daha yoksul olmak istemiyorlardı; bir süre daha sağlıklı olmayı umuyorlardı yalnızca. Ortada yakalanmışlardı; orta sınıf, orta yaş; aşırıya kaçmadan mutluydular.
Nihayetinde birine aşık olmuştu ve aşkının karşılık bulduğundan da emindi. Zaman zaman partilerde olduğu gibi birisi Emma'ya kocasıyla nasıl tanıştığını soracak olsa, "Birlikte büyüdük," derdi onlara."
Kitabı Özgür'ün elinden alıp kapattım ve ayak ucumuza koyup pozisyonuma geri döndüm. Annesinin aksine Özgür kitabı okumamıştı ve savunması da polisiye, bilim kurgu ve biyografi okumayı sevmesiydi. Bu üçlü aralarına tarih kitaplarını da alıp okey oynasalar o masaya bomba atardım. Hepsi fazla gerçekçiydi, fazla çalışılmış ve uğraştırıcı... Böyle olunca içlerinde daha az his barındırıyorlardı.
"Neden devam etmiyoruz?"
"Çünkü kitap orada bitti," dedim, gözlerimi yukarı, ona doğru çevirip. "Mutlu son."
"Hepsini okusam sever miyim?"
"Desmond'dan nefret edersin," Ve sonunda onun ölmesini istersin... "Kitabı da sevmez, sürekli eleştirirsin."
"Benden çok kendi sinirlerin için okumamı istemiyorsun o zaman."
"Her şey çok iyi olmak zorunda değil, kitaplarımı rahat bırak."
"Söz, eleştirmeyeceğim."
"Bana borçlu olduğunu hatırlıyor musun?" dedim, ellerimi iki omzuna koyarken. "Onu kullanıyorum, kitabı okuma."
"Ciddi misin?"
"Çok ciddiyim."
Sonundan nefret ettiğim kitaba tam burada, Alaçatı'da Özgür'le uzandığım koltukta yeni bir son yazmıştık. Kitap mutlu bitmişti. Ben kendimi böyle avuturken o da böyle bilecekti. Sonlar her zaman güzel değilse o zaman bir şeyleri en güzel yerlerinde sonlandırmalıydı. Yazarlar bunun önemini anlamıyordu çünkü bir kez yazarsan artık okur değildin, okuyan bir yazardın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Benim Adım Ebruli
General FictionÜzüldüğünde gökkuşağından bir renk çalan kızın hikayesi.