Merhabalar! Umarım herkes iyidir, herkesin keyfi yerindedir. Yazım yanlışlarıma en kısa fırsatta döneceğim, diğer bölüm de umut ediyorum ki gecikmeyecek. Bu ayarda devam ederiz. Bölümler kısa değil, kurgu ne kadar izin veriyorsa onu yazıyorum. Öpücükler.Bölüm şarkısı: Landslide - Fleetwood Mac
İki elimde tuttuğum kitabın dördünce bölümüne geçtiğimde sayfaları iki yana ayırıp tam ortasını burnuma dayadım. Babam tarafından iyi korunmasına rağmen yılların geçmesiyle yıpranmaktan kurtulamayan sarımtırak sayfalar her doğal bozulmanın kötü sonuçlar doğurmayacağının en güzel ispatıydı. Mis gibi kokuyordu. Romantizmse romantizm, nasılsa odada utanmamı gerektirecek benden başka kimse yoktu. Arada herkes gibi böyle ufak tefek kaçamaklarım oluyordu tabii ki. Erkekler Ne Söyler Kadınlar Ne Anlar'da Ben Affleck Jennifer Aniston'a aniden evlenme teklif ettiğinde duygulandığımı da bir tek babam biliyordu.
Şimdi Özgür'e onu duygulandıran filmin ne olduğunu sormak için iyi bir zamandı ama canım istemiyordu, daha doğrusu çekiniyordum. Annemin tavrına o alınmış gibi görünmüyordu ama ben onun yerine de alınmıştım. Özgür babamdan sonra dünyadaki en nazik, sevilesi insandı. Çabalamasına gerek yoktu, kendini bir bıraksa çok sevecekti zaten. Beni evden atıp onu evlat edinmek isteyecek kadar sevecekti hem de. Durduk yere herkesi tedirgin etmişti. Hayatımda yalnızca bir defa yaşayacağım bu anı hatırlamayacak istemeyeceğim bir utanç tablosuna çevirmenin kime, ne yararı olmuştu? Hiçbir hareketim, hiçbir kararım onu memnun etmiyordu. Her şeyi onun dedikleri çizgisinde yaşayacaksam da buna yaşamak değil kölelik deniyordu ve ben dünya genelinde bunu aştığımızı düşünmüştüm.
Kendimi sakladığım iki koltuklu, televizyonluk küçük odaya yaklaşan adımları duyunca kitabımı yüzümden çekip kimin geldiğine baktım. Birkaç ev terliği sesi sonrası sakalındaki kızılları güneş yüzünden iyice parlayan babam onları eliyle düzelterek içeri girdi.
"Gelebilir miyim?" Kafamı sallayınca koltuğun ucuna oturup uzattığım ayaklarımı da kucağına aldı.
"Hoşuna gitti mi?"
"Daha yirmi altı ama güzel gidiyor."
"Beğendiğin bir kısım var mı?" Henüz yoktu o yüzden kafamı iki yana sallayıp kitabı ona uzattım. Sevdiği şeyi duyup heveslenmek isterdim. Gömleğine sıkıştırdığı gözlüğünü çıkarıp taktı ve sağ elindeki kitabı kendinden biraz uzaklaştırdıktan sonra sol eliyle aradığı sayfayı bulup dudaklarını ıslattı.
"Emma onun kalbinde daima yükseliyor ve sanki tanrılaşacak, uçup o kalpten ayrılıverecek gibi oluyordu. Bu, hayatla ilişiği olmayan ve ender oldukları için çiçek gibi bakıp yetiştirdiğimiz saf hislerden biridir; ona kavuşmanın vereceği zevk, onu kaybetmekten meydana gelecek acının yanında hiç kalır."
"Bunu Charles'ın hisleri mi?" Kitabı bana geri verirken gülümsedi ama yorum yapmadı. "Asla inanmam. Ondaki his bulutu sadece Emma'nın gerdanını gördüğünde yağmur yağdırıyor. Zavallı karısı, isterdim ki yaşayıp kök söktürsün."
"Daha yirmi altı sayfa okuduğun birini o kadarıyla yargılamak ne kadar doğru?" Rahat etsin diye kendime çekeceğim ayaklarımı toplamama izin vermedi. "Kalsın."
"Bazı şeyler az çok belli oluyor ama..."
"Yorum yaparsam ipucu veririm o yüzden susma hakkımı kullanıyorum."
"Kitap karakterlerinin bile hakkını savunan koca yürekli Ege Korkmaz. Charles senin hakkını tüm topraklarımızı ömür boyu ekip biçse de ödeyemez."
"Doktor adam, ne işi var toz toprağın içinde?"
"İçine girecek ki öğrenecek."
Güldü ama devam etmeyip bakışlarını camdan dışarı çevirdi. İçeri giren güneş ışığının açık ettiği toz zerreleri bir kar küresinin içindeki kar taneleri gibi bir oraya bir buraya savrulurken onları izleyen suratında dingin bir ifade vardı. Gözlerini birkaç saat önceki tartışmamızı konuşmak için bana dikmedi, söylediklerimden dolayı beni öğüt şelalesine atmadı. Sadece yanımda oturuşunun bile beni iyi edeceğini biliyordu. Zaten babam her şeyi biliyordu. Bazı konularda kendine kadar bilgiliydi, bazılarında ise bildiklerini bizimle paylaşacak kadar çok öğrenmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Benim Adım Ebruli
General FictionÜzüldüğünde gökkuşağından bir renk çalan kızın hikayesi.