Zaman : İlk sezon ağamın arabası tarandıktan sonra
Hilal iç geçirip karşısındaki sokağa baktı. Eli karnına gidince Medet "Yenge... hadi gidelim artık buradan. Daha fazla kendimize eziyet etmenin anlamı yok." dedi. Hilal ona bakmadan "Abine sözün yok mu senin Medet?" dedi. "Önce o Paşa'yı öldürmeyecek misin?" Medet başını salladı. "Evet ama ben sıkınca onlar da sıkacak yenge ve sana ya da yeğenime bir zarar gelirse öbür tarafta ben abimin yüzüne bakamam."
Hilal ona dönüp acı bir şekilde gülümsedi ve karnını okşadı. "Bize daha kötü ne olabilir ki Medet?" dedi. Haklıydı. Daha kötü ne olabilirdi ki? Salih'e aşıktı. On yılı geçmişti o kara gözleri ilk gördüğü andan beri. On yıldır onu görmeden geçen günleri lanetli sayıyordu kadın. Onu tanıyordu, her hücresi ezberindeydi.
Bu yüzden onu İstanbul'a göndermişti onu. Salih'in evlenme teklif ettiği akşam, birbirlerinin kollarında dinlenirken Hilal ona "İntikamını almadan olmaz." demişti. Salih ilk başta kadın onunla dalga geçiyor sansa da Hilal gayet ciddiydi. Çünkü kadın biliyordu. Salih her ne kadar ona "O Çukur da İdris de sikimde değil." dese de içten içe kendine kızdığını biliyordu. Annesinin kanını yerde bıraktığını düşünecekti ve hayallerindeki gibi o küçük kızları doğup da adını Mihriban koyduklarında kızının yüzüne bakarken utanacaktı. Hilal buna izin veremezdi.
Salih de onun sözünden çıkmamış, birilerini ve bir yolunu bulup soluğu İstanbul'da almıştı. Her gün konuşuyordu Hilal'le. Her gün. Hilal onun sinirini bozan herkesle her şeyi dinliyor, Salih'i onaylıyor ve stresini attırıyordu. Mesela ikisi birlikte Selim'in dedikodusunu yapmışlar ve Yamaç'a sövmüşlerdi. Sadece eğlenceli kısımlar değil, Hilal Salih'in annesinin mezarından dönüşünde de, babasıyla ilk karşılıklı konuşmasından sonra onun ağlayışlarını da dinlemişti.
Adam ona her şeyini anlatırken Hilal Salih'e söyleyememişti. Hamile olduğunu ve muhtemelen o döndüğünde onu iki kişi karşılayacaklarını söyleyememişti. Çünkü söylerse Salih her şeyi bırakıp ona gelirdi. Ve Hilal'in isteyip umduğu her şey çöp olurdu. Gerçi şimdiki duruma bakınca... bir an için içinden "Keşke söyleseydim." dese de sonra vazgeçmişti. Kızlarına -evet, bir kızdı- babasının intikam almak isterken pislikçe öldürüldüğünü söyleyecekti. Salih'i asla unutturmayacaktı ona.
Hilal derin bir nefes daha alıp güç almak istercesine elini şişkin karında gezdirerek sokakta ilerledi. Medet de peşinden gidiyordu. Aşevinin önüne geldiklerinde Medet onu durdurup "Yengem, bırak da önce ben girip konuşayım onlarla. Haber vereyim. Bilsinler seni." derken Hilal ona cevap veremeden aşevinin kapısı açılmıştı sertçe.
Sarışın bir kadın "Sen hala ne yapıyorsun burada? Abin de öldü, gitsene artık!" dedi Medet'e sertçe. Medet ona bir kadın olduğu için karşılık vermezken Hilal kadına bakıp "Sen kimin Medet'ine laf atıyorsun be?" dedi. Kadın ona bakınca Hilal "Adın ne senin?" dedi. Kadın başını yana eğip "Çukur'dan değilsin. Olsan bilirdin." dedi. "Adım Nedret Koçovalı."
Hilal duraksadı. "Huh, kocası ölen sensin değil mi? Başın sağ olsun." dedi içten bir şekilde. Nedret başını sallayınca Hilal "Ama bu kadar. Şimdi çeneni kapa ve çorba yapmaya devam et." dedi. "Babanlarla önemli şeyler konuşacağız. Ve hayır Medet, önceden tanıtılmaya ihtiyacım yok."
Hilal, Nedret'e son bir bakış attıktan sonra kahveye ilerledi ve kapıyı çaldı. Cevap beklemeden içeri girdi ve İdris'e dikti gözlerini. Paşa da, Emmi de, Yamaç da buradaydı. Hilal gülümseyip "Herkes burada ha? Harika." dedi. "Nihayet tanışabildik İdris Bey." Hilal İdris'in önündeki sandalyeyi çekip oturdu gülümseyerek.
İdris kaşlarını çatıp "Sen kimsin kızım?" deyince Hilal "O kızım muhabbetini bir bırak önce. Ben senin kızın değilim." dedi yüzündeki gülümsemeye tezat oluşturan bir sertlikle. "Hilal benim adım. Ve oğlunu tanıyorum. Salih'i." İdris'in yüzü aydınlanmıştı birden. Hilal buna şaşırmadan edemedi. Oğlunu yaban ellere gönderen o değil miydi? Neden umrundaydı ki şimdi?