Salih arabasını evin demir kapısının önünde park etmeden bırakıp indi. Onu görenler "Salih Abi?" derken Salih onları takmadan "Açın kapıyı." dedi sertçe. Onlar açtıktan sonra Salih, Karaca'nın telefonda dediklerinin doğru olmaması için içten içe yalvara yalvara eve ilerledi ve kapıyı sertçe çaldı.
Kapı kısa bir süre sonra açıldığında Karaca'nın çökmüş yüzünü gördü Salih. Başını sallayıp "Baban nerede?" dedi. Karaca cevap veremezken Salih git gide yükselen sesine mani olamayıp "Karaca, baban nerede canım?" dedi. "Sen... Sen telefonda bir şeyler saçmaladın. Cenaze menaze falan. Şakayı bırak, baban nerede? Selim nerede?"
Karaca alt dudağını dişleri arasına hapsedip titremesini engellemeye çalıştı ve "Amca... babam öld-" derken Salih başını iki yana salladı. "Hayır." dedi sertçe. Karaca'ya bakmayıp aşağıya inerek "Hayır hayır hayır." Zdiye sayıkladı. "Hayır, hayır o gidecekti. Gidecekti, bana söylemişti. Kendisi olacaktı. Mutlu olacaktı. Gidecekti Çukur'dan ya bana söz vermişti."
Onun sesini duyup da gelen Cumali Karaca'nın koluna dokunup "İçeri geç sen Karaca." dedi. Karaca "Ama Salih amcam-" derken Cumali ona bakıp "Bende o tamam mı?" dedi. Karaca istemeye istemeye içeri geçerken Salih hala evin önünde dolanıp sayıklıyordu. Cumali onun bu kendinden geçmiş halini ilk defa görüp biraz endişeyle "Salih..." dedi. "Sen nasıl neden geldin, haberin old-"
Adamın cümlesi elmacık kemiğine yediği sert yumrukla yarıda kalmıştı. Adamlar onlara yaklaşırken Cumali elini kaldırıp onları durdurdu. Doğrulup Salih'e bakınca kardeşinin gözlerinin dolu dolu olduğunu fark etti. "Neden mi geldim? Neden- SENCE NEDEN AMINA KOYDUĞUM?"
Cumali irkilirken Salih "Lan benim kardeşim, öbür yarım, Selimim ölmüş... Sen neden geldim diye bana hesap mı soruyorsun?" dedi sertçe ve abisinin yakalarını kavradı. "Çünkü ben, senin aksine, kardeşlerimi önemsiyorum. Tamam mı? Hele Selim'i... Sen- Sen bana demiştin ya hani bir kere 'Sen aile olmak, ev sahibi olmak nedir, ne bilirsin ki?' diye. Bilmiyordum. Bilmiyordum. Selim öğretti bana. O benim ilk ailem. Benim ailem ölmüş, sen bana hesap mı soruyorsun?!"
Cumali onun tutuşundan kurtulup "Hesap değil Salih, nereden öğrendin diye..." deyince Salih başını salladı. "Karaca. Karaca söyledi. O olmasa hiçbiriniz umrunda değilim değil mi? Salih kim ki zaten? Onun canının yarısı ölsün, ona haber vermeyelim. Ne gerek var? Eskiden beni bu evde bir tek Selim savunurdu Cumali Bey. Sen hala hapisteydin. Artık Selim yok. Ben gene yapayalnız kaldım."
Cumali ona sarılıp "Yalnız değilsin, ben varım, biz varız. Ağlama artık, kaldıramıyorum bu kadar art arda acıyı." diyemeden Salih belinden silahını çıkardı. Cumali hamle yapamadan emniyetini açıp şakağına götürürken gözleri kapatmıştı.
Cumali hemen atılıp silahı Salih ateşlemeden havaya kaldırdı. Salih'in tüm kurşunlarını havaya sıkarak harcadıktan sonra Salih vahşice onun tutuşundan çıkıp bağırdı. "Bıraksana beni. Bırak! Ne anlamı var lan artık yaşamamın? Ne anlamı kaldı? Ben gene kimsesiz, gene ailesiz kaldım bu siktiğimin Çukur'unda. Selim yoksa benim ne anlamım var Cumali Bey! Ben neden yaşıyorum?!"
Cumali gidip ona sıkıca sarıldı ve Salih'in kaçma denemelerini bastırarak "Benim için lan, benim için." dedi. Salih hala debelendiği için Cumali çöküp ikisini de ıslak yere hiç sorun etmeden oturttu. "Ben bir kardeşimi daha kaybedemem Salih. Anlıyor musun? Ben bir kardeşimi daha o mezarlığa gömemem. Benim için yaşayacaksın. Ben ölmeden ölemezsin artık, iznin yok." Salih ilk defa abisine sarılmanın ve Selim'i kaybetmenin verdiği yoğunlukla artık kendini tutmayı bırakıp hıçkıra hıçkıra nefesi kesile kesile ağladı.
Cumali de sessizce ağlarken yıkılmış kardeşini kollarında tutuyor, sırtını sıvazlıyordu. Cumali "Benim için yaşamak zorundasınız lan. Sen ve Yamaç. İkiniz de." dedi sessizce. Salih derin nefesler alıp sakinlemeye çalışırken abisinin eline uzanıp onu sırtından aldı ve ensesine taşıdı. Cumali hiç bozuntuya vermeden onun sırtını sıvazlamayı bırakıp ensesini, oradaki saçlarını okşadı.
Salih bununla daha hızlı rahatlarken ağlamaya devam ediyordu. Avludaki korumalar abi kardeşe mahremiyet vermek için çoktan dağılmışlardı. Salih boğuk bir sesle "Nasıl öldü?" dedi. "Neden?" Cumali yutkunup "Benim yüzümden." dedi. "Tapuları kefil verdim. Erdenetlere geçti. O tapuları kurtardı ama ben onu..." Salih onun belindeki kollarını sıkıp "Çukur için değil mi? Çukur için harcadı kendini." dedi. "O siktiğimin tapuları için..." Cumali "O siktiğimin tapuları..." diye tekrarladı kardeşini.
Onlar yerde oturup sarılmaya devam ederken Salih "Beni kardeşime götür." dedi. "Onu ne taşıyabildim ne de üstüne toprak atabildim. Bari göreyim, lütfen..." Cumali'nin içi bu sözlerle yanarken başını salladı. "Gel." Önce Cumali kalktı ve Salih'in kalkması için elini uzattı. Salih kalkıp üstünü silkelerken gözü kapıdaki figürlere takılmıştı. Akın ve Karaca onları izliyordu. Salih başını yana eğdi ve kollarını kaldırdı hafifçe.
İki kardeş de bunu bekliyormuş gibi koşup ona sarılırken Salih dengesini korumaya çalışıyordu. Karaca boğuk bir sesle yüzünü onun omzundan çekmeden "Neden gittin ki?" dedi. "Sen burada olsaydın olmazdı." Salih de en başından beri bunu kendine soruyordu zaten. Neden gitmişti ki? Belki de gitmeseydi, Selim hayatta olurdu. Onu yalnız bırakmasaydı, Selim hayatta olurdu.
Salih yeğenlerine daha sıkı sarıldı. "Özür dilerim." Akın başını iki yana sallayıp "Senin suçun değil." dese de buna inanmayacak kadar az seviyordu Salih kendini. Cumali aralarına girmek istemese de elini Salih'in omzuna koyup dikkatini çekti. "Hadi." Salih başını salladı ve yeğenlerinin alınlarını öpüp Cumali'yi takip etti. Evet Selim'i görmek istiyordu ama artık Selim'i görmek demek o yorgun ve bıkkın suratı görmek demek değildi. Bir tahta parçasını, bir mezar taşını görmek demekti. Salih buna hazır olduğundan emin değildi.
İkili arabasız, yürüye yürüye mezarlığa gittiler. Aile mezarlığına yaklaşırken Salih istemsizce Cumali'nin ceketinin koluna tutundu. Cumali bunu fark etse de bir şey demedi. Önüne geldiklerinde Salih o lanet tahta parçasını, yen, kazılmış ve kapanmış ıslak toprağı gördü. Yüzünü ekşitti. Cumali'ye bakmadan "Ben yalnız gitsem?" dedi. Cumali başını sallayıp onu yukarıda beklerken Salih indi ve büyük harflerle Selim Koçovalı yazan tahtaya baktı.
Alt dudağı titrerken "Kardeş." dedi hafiften gülerek. "Geldin yattın babamın yanına ha?" Cumali gözlerini kaçırırken Salih "Ben gittim diye mi oldu? Seni yalnız bıraktım diye mi oldu böyle?" dedi. "Belki gitmeseydim..." Salih başının ağrısından dengesini kaybedip tökezlerken mermere tutundu. Ceketini çıkartıp soğuktan titrerken ceketi Selim'in üstüne örttü. "Ben sensin ne yapacağım Selim? Ben sensin nasıl yaşay-"
Salih gerileye gerileye düşmek üzereyken Cumali ona sarılarak onu tuttu. Salih sessiz sessiz gözyaşlarını dökerken "Ben sensin ne yapacağım kardeş?" dedi. Cumali onun tek başına ayakta kalacak gücü olmadığını fark edince sırtını mezarlığın mermerine verecek şekilde oturttu ve yanına oturdu o da. Salih başını onun omzuna yaslayıp sessizce ağlamaya devam ederken bir süre sonra ikisi de bir hışırtı duymuştu.
Cumali hemen başını kaldırıp bakarken Salih çok da oraları olmamıştı. Cumali bakınca Yamaç'ı gördü. Geceden beri mahvolmuştu o da. Kolunu kaldırdı. Yamaç savsak adımlarla gelip abisinin boştaki kolunun altına girdi ve Salih'e baktı. Kolunu ona uzatıp sarılırken Salih de onun omzunu tuttu. Cumali ikisine de gücünün izin verdiği kadar sıkıca sarılırken bu acıyla nasıl baş edeceklerini düşündü.
Neyi nasıl yapacaklardı? Selim artık yoktu. İki küçük kardeşi de perişan haldeydi, mahvolmuşlardı. Cumali'nin büyük abilik görevini yerine getirip onları toplaması lazımdı ama onda da bu güç yoktu ki henüz. Elinden gelse yatağından çıkmaz ağlardı sadece. Ne yapacağını bilemezken aklından 'Selim burada olsaydı bilirdi, bulurdu bir şeyler.' diye geçirdi. Gözlerini yumup başını kaldırdı. Soğuk ayaz eserken gözlerini açıp gökyüzüne baktı. Ve orada, mezarlıkta durup başlarında dikilmiş, özlem ve gurur dolu bir yüzle onları izleyen Selim'i gördüğüne yemin edebilirdi.
Bugün günlerden o gün...