SalDet 3 // Oy Gelin Gelin, Sevdalı Gelin

113 9 20
                                    

Saadet üstünde gelinliği ile çok güzel gözüküyordu Nedret ve Akşın'ın söylediğine göre. Ama kadın bir kere bile aynaya bakmamıştı. Bakarsa delirirdi. Elbette o da genç kızlığında Selim ve Kahraman evlenirken, Ayşe ve Nedret'i gelinlikle görünce kendini hayal etmişti. İnce bir elbise hayal etmişti o, kabarık olmayan, sade bir elbise... Belki omuzları açık olurdu, kollarında danteller. Duvağı uzun olurdu, beline kadar böyle. Siyah saçlarını önceden örmüş olurdu, sonra açardı, dalga dalga omuzlarına dökülürdü. 

Şimdi ise onun düğünü vardı dışarıda, gelinliği vardı üzerinde ama hiçbiri hayalindeki gibi değildi. Damat da hayalindeki gibi değildi. Onun damadı inceydi, uzundu, uzun saçları vardı, esmerdi ve gözünün altı kanlıydı. Gülümserken omuzları kalkıyordu. Ona bakarken yanakları kızarıyordu. Saadet hayalinde hep en son çocukken gördüğü Salih'inin yetişkin halini bulmaya çalışırdı. Şimdi biliyordu nasıl gözüktüğünü ve Saadet'in her hayalinden daha güzel, daha yakışıklıydı. Saadet'e yasak olması ise ne acıklı...

Evin sessizleştiğini fark edince nihayet daldığı alemden uyandı kadın. Hiçbir ses yoktu. Ayaklandı odalarda gezindi. Kimse yoktu. Derin bir nefes alıp kapıya baktı. Daha birkaç gün önce Salih o kapının ardındaydı. Özür diliyordu. 

Saadet neden özür dilediğini hatırlayınca titredi. Nasıl da kızmıştı o an, nasıl da aslan kesilmişti Saadet'e karşı. Korkutmuştu onu. Saadet hayatında hiç kırılmadığı kadar ona kırılmıştı o an. Ama sonra geldiğinde kapısına kediden farksızdı. Saadet düşündükçe fark etmişti onu öyle vahşi bir aslan yapanın Sultan annesiyle babası olduğunu, onu kedi haline getirenin de kendisi olduğunu. Fark etmişti de neye değerdi artık? Gelinlik üstündeydi, kaçamazdı.

Eteğine baktı, kabarık kabarık ne kadar da çirkindi. Onu üstünden atmak, yakmak geldi içinden. Keşke gelinliği yansa kül olsa, kendisi de içinde kavrulsaydı. Belki ahirette kavuşurdu sevdiğine. Orada mutlu olurlardı. İç geçirerek salona dönecekken pencereden gördü onu, Salih.

Elleri ceplerinde, omuzları bir yenilgi ile düşmüş ilerliyordu yavaş yavaş. Saadet bir anda cesaretlenip kendine geldi. Ne Sultan Ana ne de İdris Baba onu umursamadıklarını kanıtlamışlardı ona bu gelinliği giydirerek. Yamaç bile "Saadet'i kendi ellerimle evlendireceğim." demişti Salih'e inat olsun diye. Savaş onların bile gözünü bu kadar döndürmüştü. Kimse, bu evde kimse onu umursamıyordu. Onu umursayan bir kişi vardı, onu da acımasız bir canavar olmaya itiyorlardı. Saadet bu savaşı bitirebilirdi. Salih'i gene o sevimli haline döndürebilir, ailesinin başına biraz akıl devşirebilirdi.

Siyah saçlı o lanet kabarık eteğini topladı ve kapıyı açıp çıktı. Eteği ile zar zor yürürken "Salih!" diye seslendi. Bununla adam birden durup ona dönmüştü. Çatılı kaşları havalanmış, asık yüzü şaşırmıştı. "Sadiş?" Kadın gülümsedi ve ona yürüdü. Salih de yarı yolda onunla buluşmuştu.

Kadın ona tutunup "Gidelim, gidelim ne olursun gidelim, o eve gidelim; kabul ediyorum, kabul ediyorum ben seni orada bekleyeyim, sen Çukur'a git, gel, ben seni o evde bekleyeceğim, ne olur gidelim." dedi ağlamaklı sesiyle. "Ne olur... Ne olur bana kızmadığını söyle. Ne yapacağımı bilemedim ben, ellerimi kollarımı bağladılar; hayır diyemedim, korktum. Ama artık eminim, ne olursun gidelim."

"Sadiş..."

"Kızgın değilsin değil mi bana?"

"D-Değilim ama..."

"Saadet!"

İkisi de İdris Koçovalı'nın sert sesiyle ona dönmüşlerdi. Yanlarında Yamaç da vardı. Kadın, yıllarca baba dediği adama bir kere bakmış ama sonra bakışlarını kaçırmıştı. Bakamayacaktı onun yüzüne. Hem istemediğinden hem utandığından... Hem ona hala kızgın ve kırgındı onu bu savaşta bir piyon gibi kullandığı için ama gene de hala utanıyordu artık onun yanında kalmayacağı için. 

Çukur One ShotsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin