Yeryüzü bembeyaz bir örtünün altında kalırken kadın yattığı yatakta gözlerini açıp yatağında gerindi. Yan tarafındaki boşluktan ve içeriden gelen seslerden anladığı kadarıyla hem Hezan hem de Deniz ondan önce uyanmıştı. Dün gece Hezan'la yaşadıkları o kısacık andan sonra adam hiç bişey olmamış gibi yatağa girip gözlerini kapatmış uykuya dalmıştı. Baral'ı nasıl bir dilemin içinde bıraktığını bilmeden öylece yanındaki çocuğa sarılıp uyumuştu. Genç kadın dün geceden sonra daha net anlamıştı Hezan ağa onu kendine layık görmüyordu. Haksızda sayılmazdı ya işte kadın buna yanıyordu. Ne zaman böylesine bir ateşin içine düştüğünü bile bilmiyordu kadın. Adamda hiç kimsede görmediği güveni görmüştü, sesi kokusu dokunuşu ona daha önce kimsenin hissetiremediği huzuru hissettiriyordu. Hezan ile Timur aynı rahimde büyümüş aynı atanın tohumu iki fidanken biri dikenli çalı olmayı seçmişti diğeri gölgesinde dinlenilecek çınar olmayı. Nitekim kadın hayatın ona sunduğunu almış ilk olarak dikenli çalıya takılmıştı. Şimdi o çalıdan kalan yaralarıyla koca çınarın gölgesinde dinlenmek istiyor gövdesine sarılmak istiyordu. Hakkı olmadığını bile bile saçma bir duygu cenderesinin içinde Hezan onu ittikçe daha fazla ona çekilirken buluyordu kendini. Daha fazla yatakta oyalanmak yerine sabahlığını ve terliklerini üzerine giyip kalktığı yatağı topladı. Seslerin geldiği yöne mutfağa girerken oğlunu ne zaman alındığını bilmediği mama sandalyesinde salatalık kemirirken Hezan'ı da ocağın başında bulmuştu. Mutfağı hoş bir koku kaplamıştı. Masanın üzerinde envai çeşit kahvaltılık dizili duruyordu. Baral omzunu kapının pervazına yaslayıp önündeki tavayla uğraşan adama baktı. Hareketleri öylesine doğal öylesine ustaydı ki kadın onu tanımasa sürekli yemek yaptığını düşünürdü. Kollarını göğsüne bağlayıp sessizliği sahte bir alayla böldü.
"Emrinde o kadar insan varken ağalar mutfağa girer miydi ?"
Hezan ağa omzunun üstünden kendine sataşan kadına bir bakış atıp ocağı kapattı. Sıcak tavayı nihalenin üzerine bıraktı.
"Sözde karısı olacak kadın öğlene kadar uyursa mecbur kalır girer tabi."
"Hah! Diyene de bakın." Baral durduğu yerden ayrılıp oğlunun yanındaki sandalyeyi çekip oturdu. Masadaki zeytin tabağından bir tane alıp ağzına attı.
"Yalan mı ? Saat on bir sen daha kalkacaksın da bişeyler yapacaksın da ölme eşeğim ölme yaz gelsin yonca biçeyim."
Kullandığı deyimi anlamayan kadın ona gözlerini kısıp baktı.
"O ne demek iyi bişey mi dedin kötü bişey mi ?"
Adam onun karşısındaki sandalyeyi çekip oturdu.
"Türkçen yetmedi mi Baral hanım ?"
Baral adamın şaka yaptığını bildiği halde ondan bir adım geri kalmadan parmağını adama dikip suçlarcasına salladı.
"Benim Türkçe bildiğime şükredeceğin yerde bir de dalga mı geçiyorsun ? Ne dedin çabuk söyle ?"
Hezan ağa içten bir kahkaha attı ve Baral ne dediğini unuttu. Ne üzerine tartıştıklarını merakını onun içten kahkahasıyla beyninden silip bu anda takılı kaldı. Adamın gülüşü kesilirken meraklı kadına deyimin manasını açıkladı.
"Zamanın birinde köyün birine kıtlık gelmiş. Adamın biri de eşeğine verecek arpası çok olmadığından her gün eşeğe az az yem verip teselli edermiş onu ölme eşeğim ölme yaz gelsin sana yonca biçeceğim diye. Dilimizde de öylece yer edinmiş bu deyim. Yani açlıktan ölen hayvana beklemesini söyleyen adamın çaresizliğiyle senin kalkmanı bekleyen bizim çaresizliğimiz aynı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebeğin Uyanışı 🦋
RomanceDüğümlü bir ipi tutmak gibiydi hayatına sahip çıkmak. Sürekli elleri acıyordu...çabaladıkça tutunmaya çalıştıkça aynı yerde eli aynı düğüme takılıyordu kadının. Parmakları arasında canını yakan düğümü bıraktı kadın belki de böylesi daha kolaydı, oys...