5 sene önce Londra ;Ayaklarındaki topukluya inat bir maraton koşuyor edasındaydı. Geç kaldığı yetmiyor gibi akşam üzeri olduğu için yağan yağmur şehrin trafiğini alt üst etmişti. Çalıştığı şirketin yeni tasarım için kullanacağı mozaik desenleri çalınmıştı ve patronu bunu karşı şirket lansmana gittiğinde öğrenmişti. Ortalık birbirine girdiğinde şirketin avukatlarının işin içinden çıkamayacağını anlayan adam dışardan birilerini araştırmıştı. Ona bu tarz davalarda nam salmış bir Türk avukatın adını ve adresini vermişlerdi fakat randevu için bile iki hafta beklemeleri gerekiyordu. Kendisi yurtdışına çıkmak zorunda olduğu için avukatla görüşme işi Baral'a kalmıştı. Fakat Baral'ın çokta iyi ilerlediği söylenemezdi. Hazırlanırken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı. Birde kaldığı evin giderleri tıkanmıştı bu sabah. Ev arkadaşı ilgileneceğini söylese de kontratta onun ismi yazdığı için varlığını mecburiyete koşmuşlardı. Üstündeki kıyafete uygun olsun diye giydiği topuklu ayakkabılar onun işini kolaylaştırmıyordu. Trafiğin ilerlemediğini fark edince taksiden inmiş tabana kuvvet demişti ama şimdiden ayak bilekleri kırılacak gibi ağrıyordu. Buluşma yeri olarak kararlaştırdıkları kafenin yağmurdan ıslanan tentesi gözüktüğünde son bir kuvvetle hızlandı ve sokağı geçip kafeden içeri girdi. Kapının üzerindeki zil onun hızlı girişinden dolayı çarpıp küt diye ahşap zemine düştüğünde tüm gözler ona dönmüştü. Şu an nasıl bir halde gözüktüğünü hayal edebiliyordu. Sucuk gibi ıslandığı için üzerindeki trençkotu bir ton koyulaşmış olmalıydı. Özenerek saatlerce fön çektiği saçı yağmur yüzünden tekrar kıvırcık halini almış olmalıydı. Makyajını düşünmeyi bile istemedi. Umuyordu ki pandaya benzemiyordu çünkü bu insanlar ona hiçte normal bakmıyordu.
"Kusura bakmayın. Özür dilerim." dedi düşürdüğü zili yerden alıp bankoya bırakırken. Çalışan ona yukardan bir bakış atarken zili almış arkasını dönmüştü.
"Pardon!"
Yine ne var der gibi ona dönüp baktığında Baral mahçupca gülümsedi. Cebindeki ıslak kartı çıkarıp silinmeye yüz tutmuş ismi okumaya çalışarak.
"Ti..Timur Oz...Özat..Özatli nerde ?"
Garson ona işaret parmağıyla arkasında kalan masayı gösterdiğinde Baral topukları üzerinde dönüp o parmağın ucuna baktı. Diğer herkes gibi görüşmek için geldiği avukatta ona bakıyordu. Burdan bile fark edeceği uçuk kahverengi gözleri onun üzerinden ayrılmazken masanın üzerindeki dumanı tüten fincanı alıp dudaklarına götürmüştü. Baral ne için geldiğini hatta ne yapması gerektiğini unuttu bir an için. Tüm insanlar silindi konuşma sesleri kesildi kulakları uğuldarken bedenindeki tüm kan yanaklarına doğru hücum etmişti. Karşısındaki adamın gizemli havası onu kendine çekerken ayakları bağımsız bir şekilde hareket etmiş onun masasının önünde durmuştu. Timur beklediği kadının o olduğu daha içeri girdiğinde anlamıştı. Telaşlı hali yarım saatlik gecikme yüzünden olmalıydı. Üstüne başına bakılırsa trafiğe takılmış yetmemiş yaya kalmış olmalıydı. Gözleri krem rengi keten tulumun içindeki kadının kırmızısı ıslak saçlarına baktı önce. Daha sonra bembeyaz teninin içinde ipeğe sarılmış gibi duran zümrüt yeşili gözlere. Kemikli yüz hatları sivri çenesiyle bambaşka bir aurası vardı bu kadının.
"Baral Marie Evans. Geciktiğim için kusura bakmayın."
Kadının incecik sesi bir ninni gibi kulaklarına çalınırken yıllar sonra sol yanındaki yumru kendini belli etti.
"Önemli değil hanımefendi. Timur Özatlı bende."
Baral sandalyesini çekip masaya oturduğunda Timur'da yerine gerisin geri oturmuştu. Islak yüzünü yine ıslak eliyle kurutmaya çalışan kadına gülümsedi ve peçetelikten birkaç peçete alıp ona uzattı. Baral'ın ince uzun parmakları peçeteyi alırken onun parmaklarıyla temas ettiğinde ikisi de ateşe değmiş gibiydi. Gözleri buluşurken Baral titrek bir sesle teşekkür edip peçeteyi aldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebeğin Uyanışı 🦋
RomanceDüğümlü bir ipi tutmak gibiydi hayatına sahip çıkmak. Sürekli elleri acıyordu...çabaladıkça tutunmaya çalıştıkça aynı yerde eli aynı düğüme takılıyordu kadının. Parmakları arasında canını yakan düğümü bıraktı kadın belki de böylesi daha kolaydı, oys...