Kitap final olduğundan ve bölümler çok fazla olduğundan, azar azar paylaşacağım. 🤍
İyi okumalar 🌟
•••
Ağrılarım, kulağımdaki o sağır noktayı buldu ve beni ait olduğum dünyanın içinden çekip aldı. Ellerim öylece iki göğsümün arasında atmakta olan kalbimin gümbür gümbür duyulan sesini bastırmak istedi. Ama tırnaklarımın içi, bana utanç dolu bakan her yüzü önüme seriyorken, ruhumdan olan o eşimin bana baktığı an, her birinden daha acı vericiydi.
O beni istemiyordu.
Bu sancının güz olduğu kısımda, dizlerimin üzerine çöktüm. Tek bir hayalim, mutlu olacağıma inandığım tek kurtuluşum varken, reddedilmek çok ağırdı. Değersiz olmak, böylesine özel, kutsal olan o bağda, bağlandığım halat tam şimdi boynuma dolanıyordu sanki.
Göz yaşlarımın hiç bu kadar ateş olup, kurumuş yanaklarımı bu kadar yaktığını hissetmemiştim. Ben hiç nefes almayacağımı düşünmemiştim. Ama şahidiydi ellerim, şahidiydi gözlerim. Onun kırmızı gözleri, etrafına saçılan mor ışıltı ve o memnuniyetsiz yüzünün beni ikizim sanarak gülümsemesi. Ruhum ilk kez bir gülüş görmüştü. O da bir başkasının adına oluşmuştu. Ve o solmuş gülüş, benim adıma var olmuştu.
Ben gülen yüzlerin solma sebebiydim. Ben var olmanın en hazin çiçeğiydim. O çiçek, bağ yaptığı topraktan saçılarak köklerini bırakıp solmak istiyordu şimdi.
Ben bir şarkı duyuyorum. Bir garipti ama. Avucumda kalan tenin izinden geliyordu, istenmemiş olmanın yüzü soluyordu. Sıcaklığı doluyor, bastırılmış feromonların ardından bir güz kokuyordu. Ben birkaç saniyelik o kokuyla avunabilir miydim bir ömür? Ben bir cahil kalmışlığımla, beni bir daha görmek istemeyeni görmek ister miydim? Bilmiyordum. Ama benden yana, benden olmayan yanım ağlıyordu durmaksızın.
Ben sussun istedim.
Sussun ve gönlü olmayacak olana gülmemesi için.
Bu yüzden devrildim. Uzaklardaydım. Evden çok uzak. Ruhumun bir parçasından çok uzakta. Yaşamak istemiyorum. Ben bu utançla yaşamak istemiyorum. Ben, beni sevmeyenler arasında nefes almak istemiyordum. Bu yüzden toprağıma sarıldım. Bir önceki gibi tırnaklarımı geçirdim toprağa. Kimse koparmak istemezdi şimdi onu oradan. Öyleyse yıldızlar, hasret vermeyin bana, yatırın beni. Ben yine o kabuslara uyanayım.
Çünkü kâbus artık, görünen ile gerçek olmuştu. El sürmemişti bana. Ben de, bendeniz sularında çürümeliyim. Çürüdüm de nitekim. Gözlerim şişti. Artık eskisi gibi hissetmiyordum kendimi. Ruhum ayaklarımdan beni çekiyor ve derin bir uykunun içine atıveriyordu. Ben üşüyordum.
Anne, ne olur beni sıcak kollarına al ve bana güzel koktuğumu söyle.
...
"Uyan çabuk!"
Bir irkilme yaşadım. Uyandım ama gözlerimin gördüğü alacakaranlık şafağın kollarında salınıyordu o vakit. Bir homurdanma sesi, boynumu biraz oynattığımda gördüğüm o yüzle var olarak beni üşüdüğüm hantal bedenimi kendine getirirken, kollarımı birbirine doladım. Benim, aynı bedenden sadece o an bana yoldaşlık yapan ikizim, çelimsiz ördeğin başını ezmek için tepemde dikeliyorken, gözlerimi kaçırmıştım.
Dudaklarım birbirine yapıştı. Ama boğazım ağrıyor, sanki gözlerim iki şişkin su balonlarını bir dokunuşla göz altı torbalarımın içine bırakmış ve ben o gözlerimin, ağır yayılan baskın feromlarından ötürü yummuştum. Çünkü gözlerimi kaçırmadan Jeongguk'un boynunda atan damarı görmüştüm. Çok sinirliydi. Çok.