İyi okumalar.
*
Kookie'yi kucağıma alıp sımsıkı sarıldığım vakit, gözlerimi yumarak sanki hiçbir şeyi görmemiş gibi davranmayı istiyordum. Ama zordu, neden bunu atlatmak güç geliyordu? Ki söylemişti biriyle birlikte olduğunu, sevdiğini. Öyleyse ait olmadığım kişiye olan bu can yakıcı feryadımda niyeydi böyle?
Bir solukla dökülüyordu nefesim. Canım olduğundan daha çok açıyor ve ekşiyordu. Kendine gel demek istiyordum. Aptalsın diyordum. Yine de o boyna saplanan hayal kırıklığı hiç mi hiç geçmiyordu?
Burnumu çektim. Kendime gelmeliydim. Yüzümü yıkamalıydım. Ancak hiçbir şeyi yapmayı istemiyordum. Bileklerimdeki güç bir zayıftı. Uzamış saçlarımı yolmak istiyordum sadece. Çünkü ruh eşimi kendime istiyordum. Bir başkasına ait olsun istemiyordum. Ama bir başkasını seviyorsa eğer, ben ne yapabilirdim ki? İçimde taşan bu ani duygu yoğunluğunu ben üzerimden nasılda atabilirdim ki?
Keşke, hiç sarılmasaydı bana. Belki bir ihtiyaçla yapmıştı ama ya dudakları? Düşündükçe ensemdeki o his daha çok büyüyordu. Karnımın içi kasılıyordu ve ben dudaklarımı ısırmamak için zor tutuyordum.
Bundan ötürü bir anlık yaptığım şeyin gafleti düşüyor kollarımın arasına ve ben bu hayatın içinde kendimi ne de çaresiz olduğumu görüyordum. Öyle ki bir tenin tenime değmiş olmasıyla, kalpten gidiyordum. O kalbin gidişinden ise yedi katlı cehennem görünüyordu.
Ben bu cehennemin en derinliğini Taehyung'ta görüyordum.
....
Odadan dışarıya çıkmam, aynı anda onun çıkışına denk gelmişti. Takım elbisesini giyinmiş, o kısa zaman süre zarfında kravatını tıpkı benim boynuma geçirilmiş bir ilmek gibi sıkıca germişti. Sanıyordu ki, böyle yaparak izleri görünmeyecekti. Ama bilmiyordu ki, ben çoktan o görünmeyen izleri gözlerime iz bellemiştim.
Yine de gurursuz olmadım. Güçsüzdüm. Özgür değildim. Sevilmedim. Ama kaybedecek bir şeyimin olmayışının verdiği o hisle, en çok boyun eğmem gereken kişiye karşı gözlerim biraz nemli bakıyordum. O da öylece gözlerime bakmaktan çekinerek beni görmüş olmakla sessiz bir etten duvara dönüşüyor ve sürekli aralanarak kapanan ağzının içinde çoğu şeyi söyleyemeden benden sakınarak çekip alıyordu kelimeleri.
Öylece çekip gitmek vardı önünden. Omuzlarıma kırgınlıklar yük olmuşçasına gitmek vardı buradan. Ama bu evin hanesi onunken, kaçmanın yönü nereyi bulacaktı ki?
Bunun verdiği derin ritimsizlikle derin bir nefes aldım. Çünkü buna ihtiyacım vardı. Ama o ihtiyacın beldesi büküldü sanki oracıkta, eşim olanın ismimi dillendirmiş olmasıyla.
"Jungkook," dedi, sanki ismim öylesine bir nesneyi seslendirmiş gibi. "Ben üzgünüm. Bu kadar kötü hale geleceğini düşünmemiştim."
Bende bu kadar kötü olacağımı düşünmedim. Şayet o kötülüğün var oluşu, senin o dudaklarınla bir başkasına şehvetten yanıp biterek kül oluyorken. Çünkü sen onunla beni de yakıyormuşsun. Şimdi sen bencilliği benim adıma kullanıyorken, kendi bencilliğin yankısının niyetin bu muydu?
Öylece yüzüne bakakaldım. Ne dememi bekliyordu. Önemli değil dememi mi? Sırf kendi canı yanmasın diye, sırf yaşamak istediği için beni buraya bırakıp sonrasında sevgilisinin kollarında teselli bulduğu için, canımı şehvetin canıyla çok yakarak gece boyu kurdumun ağlamasına sebep olduğu için mi önemli değil dememi bekliyordu şimdi? Ben ruhumun gıyabına hiç yakışmayacak biriyle ömür olmuşum, daha ne kadar yanabilirdim ki?